Yazan insanın yarası da kapanmaz, neşesi de hiç bitmez.
Sınırlarda yaşar her şeyi; sevinci de, hüznü de.
Yazan insan, acıyan, kanayan kalbini alır eline, bakar
her yanına, nasıl neden olduğunu anlamaya çalışır. Kalbinde milyonlarca sevinç
tepinip mutluluğu getirirken de, kalbine saplanan onca oku çıkarırken de
durdurur zamanı. Öyle dolu yaşar, öyle güçlü yaşar ne yaşarsa…
Dünyadan kopar, karşısındaki konuşsa da o, bir kelimeye,
bir bakışa, bir çarpıntıya takılı kalır, yazana kadar, kendiyle kalana kadar.
Kendimi bildim bileli, kendimi en iyi ifade edebildiğim
şey oldu kağıt üzerindeki bir kaç kelime. Devir değişti gözümden sakındığım,
tek şey ailem evladım ve yazılarım oldu artık.
Kendimi bildim bileli, en sevindiren ve en üzen özelliğim
oldu fazlaca hissedebilmek, fazlaca düşünebilmek. Ama onlar olmasaydı, bu
kelimeler dökülmezdi yüreğimden. Bu yazım uçurumun, hastalığımın en şiddetli
günlerinde yazılmış beni derinden etkileyen hala okuduğumda gözyaşlarıma hakim olamadığım
bir kısa yazıdır. Sene 2012 ve ben 39 kilo bitap bitik sırtında yatak yaraları
ve belki de son vasiyetlerimdi. KEYİFLİ OKUMALAR… DERİN DUYGULARLA…
Ben gidiyorum ömrüm yavrum eşim dostum…
Birazını burada bırakıyorum hayatımın; şu gördüğünüz
yollarda gördüğünüz odalarda salondaki bu koltukta ve Şu caddelerde sokaklarda
üzülmeyin bak Sakın: Şu pencere önünde ki güller benim bunları sakın susuz
bırakmayın onlarda benim gibi kurumasınlar sonra; odamın duvarlarında, oturup
ağladığım şu köşedeki duvarlarda bırakıyorum gözyaşlarımı da. Birkaç parça
eşyam var onlarıda anneme emanet bırakıyorum; kızımın çeyizi el emeği göz nuru
dolabı bitek annem açsın koklasın yavruma eşim ve annem baksın: Başkası belki
beni ve dolabımı görmek ister diye düzenledim her şeyi, ölünce kimse arkamdan
konuşmasın diye kimselere mahcup olmak istemem çünkü… İzlerim görürüm
yukarıdan.
Ben gidiyorum sonsuzluğum… Devam edecek