Öncelikle kendinizi biraz tanıtır mısınız, Çiğdem Akça
kimdir?
1967 yılında Adana’da doğdum. Evli ve iki çocuk annesiyim.
İktisat, Kamu Yönetimi mezunuyum. Aynı zamanda da Aile Danışmanlığı eğitimi
aldım ama 25 yıla yakın bir süredir kendimi aktif sivil toplum gönüllüsü olarak
tanımlıyorum. Adana’da Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi’nin kuruluşunda yer aldım
ve iki dönem başkanlığını yaptım. KADER’de bulundum. Kadının aktif olabileceği,
sesini duyurabileceği AKDAM’da 12 yıllık emeğim var. Her yerde bulundum.
Adana Kadın ve Çocuk Hakları Derneği ne zaman ve hangi
amaçla kuruldu?
Derneğimiz 2013 yılında kuruldu. Amacımız, çocuk
istismarıyla ve aile içi şiddetle mücadele etmek. Koruma ve önleme de bizim en
önemli amaçlarımızdan biri. Çünkü kadın dernekleri Adana’da çok fazlaydı. Özellikle
de AKDAM’da 12 yıllık bir tecrübem var. Kadına yönelik şiddet alanında çalıştım
orada. Daha sonra Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nı gördüm. Orada çocuk hak
temelli çalışmanın ne kadar önemli olduğunun daha bir farkına vardım. Bir
savunuculuk örgütünün olması gerektiğine inanarak bu derneği kurduk.
Dernek olarak mağdur kadın ve çocuklardan bireysel başvuru
aldığınızı söylediniz. Koruma, önleme çalışması olarak neler yapıyorsunuz ve
size nasıl ulaşabilirler?
Bize genelde sosyal medya aracılığıyla ulaşıyorlar. Huzur
için Aile Danışma Projesi adı altında 1 yıl süreyle bir proje yürüttük.
Projemizin ortağı Yüreğir Belediyesi’ydi. Çünkü Yüreğir dezavantajlı bir
ilçemiz. Aynı zamanda da 11 tane kültür evi var. Bu kültür evleri biz STK’ların
insanlara ulaşabilmesi için en önemli kaynaklardan biri. Tabi mümkün olduğu
kadar kadın ve erkeklere aynı anda ulaşmaya çalışıyoruz. Aslında erkekler ile
görüşmeleri, onlarla sohbet programlarını çok önemsiyoruz ama inşallah
önümüzdeki yıl buna eğileceğiz. Böylelikle 1 yılda 800 kadına ulaşmış olduk.
Psikolog ve hukukçu arkadaşımız ile birlikte aile içi sağlıklı iletişimi, stres
yönetimi ve öfke kontrolünü anlattık, hukuki haklarla ilgili bilgiler verdik ve
böyle bir danışma merkezi olduğunu, randevu usulü ile bize ulaşabileceklerini
söyledik. Broşürler dağıttık. Bunu 2018 yılının sonuna kadar yaptık. 2020
yılında da gönüllü olarak bu danışma merkezini yürütmeye devam ediyoruz.
Sürdürülebilirliğini sağladık ve bu şekilde daha da ilerilere taşıma
niyetindeyiz.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 1857 yılında New York’taki bir
dokuma fabrikasında çıkan eşit iş, eşit maaş üzerine bir hak arayışıyla
başlıyor. Sizce günümüzde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü doğru anlaşılıyor mu?
Bence doğru anlaşılmıyor. 8 Mart’a bir eğlence günü bakılıyor
ama bir anma günü aslında 8 Mart. Bu yolda yüzlerce kadın ölmüş. Eşit maaş
alabilmek için, eşit haklara kavuşabilmek için eylem yapmış ve bu eylemin
sonucunda da ölmüşler. Onun için anma günü olan bu günlerin, bir kutlama
havasında olması da bir dezavantaj teşkil ediyor. Aslında daha çok biz kadın
örgütleri, bu kutlamayı medeni yasanın kabul edildiği, Türkiye’deki biz
kadınların asıl haklarına kavuştuğu şubat ayında yapmak istiyoruz bundan
sonraki yıllarda. 8 Mart’ın daha anlam ve önemine uygun bir şekilde anılmasını
istiyoruz. Kutlama değil de konuşarak ve toplumu aydınlatan söyleşilerin
düzenlenmesi daha mantıklı.
Kadın ve erkek arasında fizyolojik ve duygusal farklar var.
Sizce kadın-erkek eşitliğinden biz neler anlamalıyız?
Kadın ve erkek belirli biyolojik özellikleri taşıyan iki
varlık. Biz, hak eşitliğini anlamalıyız. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dediğimiz
şey de kadının cinsiyeti nedeniyle uğradığı hak ihlaline uğramamasını sağlama
mücadelesi. Erkekler ve kadınlar zaten her işi birlikte yapamaz. Erkeklerin
yapabileceği belli başlı işler var. Zaten bu mücadelede bu kastedilmiyor. Hak
temelli bir mücadele bu.
Günümüzde eskisine göre artış olsa da çalışma olsun,
politika olsun kadınlarımızın sayısı oldukça az. Bu konu hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Bu konu gerçekten çok önemli. Toplumda ne kadar fazla
farkındalık yaratılsa da herkes bu konuda birleşse de fakat hala sözde kalıyor.
Bir teşvik yok ama kadınlar daha fazla çalışarak zorluyor. Geçmişte kadınlar
siyasete pek ilgi göstermezdi ama günümüzde özellikle hukukçular siyasetin
içine giriyor. Bu, çok doğru ve güzel bir şey. Çünkü bütün kararlar Mecliste
çıkıyor. Mecliste ne kadar donanımlı kadın olursa, kadın haklarında da o derece
ileri adım atılabilir. Sorunların daha çok farkında olan ve çözüm üretmek
isteyen kadınlarımızın Mecliste, yerel yönetimlerde görev almasını, belediye
başkanı olmasını, vali olmasını istiyoruz. Çözüm o zaman iki dudağının arasında
olmuş oluyor. O yüzden daha çok kadın olmasını istiyoruz.
Bizim toplumumuz için konuşuyorum; kadınlarımız hak ettiği
değeri görüyor mu?
“Kadınlarımız baş tacıdır”, “Kadınlarımız evimizin baş
köşesindedir” gibi sözleri çok duyarız. Aslında kadının talebi bu değil. Bizi
baş tacı etmeyin ama bizim hak ve özgürlüklerimizi verin. Bunu daha çok toplum
yapıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin bizlere yüklediği sorumluluklar, aile
içi şiddetin en büyük sebeplerinden biri. Daha kenar mahallelerde kadınlar çok
daha zor dışarı çıkar. İnanın şehir merkezine gelmeyen kadınlar var. Kendi
mahallesi dışına çıkamaz, belli bir saatten sonra çıkamaz. Bunun gibi pek çok
şey. Maalesef koruma amacıyla eziyoruz. Biz bunlara karşı çıkıyoruz. Çünkü biz
artık 21. Yüzyıldayız ve kadın ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini çok iyi
biliyor. Kadın daha korunaklı olmalı, başına bir şey gelecek korkusu olmadan
hareket edebilmeli. Özgecan Aslan’ın, Emine Bulut’un başına gelen olaylar işte.
Ne kadar korkunç bir şey. Azalmak yerine
daha çok arttı. Bireysel silahlanmanın da önüne geçilmeli. Bu kadınlar nasıl
oluyor da bu kadar rahat öldürülebiliyor. Sıkıntı büyük.
2019 yılında 474 kadınımız cinayete kurban gitti. Kimisi
babası, abisi, sevgilisi, eşi, nişanlısı tarafından öldürüldü. Yani hep en
sevdikleri tarafından öldürüldü. Bakanlıklarımızın çalışmaları, sığınma evleri
yeterli mi? En önemlisi de biz, toplum olarak ne yapmalıyız?
Aslında bu anlamda çok ciddi bir çalışma var. Çünkü ben 7
yılı aşkın bir süredir bu alanda olduğum için takip edebiliyorum. Devletimiz ve
hükümetimiz tarafından konuya ciddi bir şekilde değiniliyor. Adana’da 3 tane
sığınma evimiz var. Tabi bu 5 olabilir, 6 olabilir ama zaten bizim amacımız
kadınlarımızın sığınma evlerine gitmesi değil. Hiçbir kadın çocuğunu, evini
bırakıp sığınma evine gitmek istemez. Zaten giderken çocuklarıyla beraber
gidiyor çoğu kadın. Kadınlarımızın için şu da denendi mesela ev tutuldu, eşya
dizildi, çocuklarıyla birlikte yaşamını sürdürebilmesi için birçok şey
sağlandı. Pek çok model üzerinde çalışılıyor. En önemlisi toplum olarak ne
yapacağız? Toplum olarak, hoş görümüzü kaldıracağız. Biz bu olayla ilgilenmeye
başladığımızda ben 2000’li yıllardaydım. Hep, hakketmiştir vardı. Bir şey
olmuşsa ‘kim bilir ne yaptı da dayak yedi’ anlayışı vardı. Eğer bir kadın
aldattıysa kocasını, boşanırsın. Kendi nikahından düşürürsün ve biter. Mümkünse
bunu kimse duymaz. İnsani yönü budur bunun. Bir evde şiddet yaşanıyorsa bunu
bütün mahalle bilir. Erkeğin gittiği kıraathane kınasa oradaki arkadaşları,
mahalle sakinleri, büyükleri ‘Oğlum sen ne yapıyorsun, kadına el kalkar mı?
Neden böyle davranıyorsun’ diye uyarsa inanın bir daha yapmaz. Bu çok önemli.
Biz kapısını çalacağız komşumuzun. Bu şiddete sebep olacak ne var demeliyiz.
Adana’da çok şanslı görüyorum STK olarak da şanslı görüyorum kendimizi. Yerel
yönetimler konulara çok duyarlı istismar olaylarına ve şiddet olaylarına.
Valimiz ve eşi çok duyarlı. Adana Barosu ile güzel çalışmalar yürütüyoruz.
Ensest davalarında, çocuk istismarı davalarında müdahale olmaya çalışıyoruz.
Mesela bir ensest davasında müdahale talebimiz kabul edildi bir yıl evvel. Öyle
güzel noktalara geldik ki kızımız şu an da üniversitede okuyor. Yani söylemek
istediğim toplum olarak yeter ki el ele verelim yapamayacağımız şey yok. Basın
en önemli ayaklardan birisi. Kamu, STK ve yerel yönetimler her zaman iş
birliğinde olmalı. Basının da destekleyici güç olduğunu düşünürsek çözülmeyecek
bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Yeter ki bakış açımızı değiştirelim, bana ne
demeyelim. Mesela artık eskisi kadar köpek ve kedilerin sokaklarda aç
olmadığını görüyoruz. Her yerde mamalar, su kapları var. Demek ki isteyince
yapıyoruz. Bilinç var, duyarlılık var bunu daha da geliştirmemiz lazım.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Maalesef, aynen sizin söylediğiniz gibi 2019 yılında 474
kadınımız öldürüldü. 2020’de, kadınlarımız ölmesin, çocuklarımız istismara
uğramasın, bir mucize olmuş gibi düşünelim inşallah 2021’e baktığımızda diyelim
ki 2020’de ya olmamış ya da çok az olmuş diyelim dileğim bu.