Felaketlerden ders çıkarmalıyız

Felaketlerden ders çıkarmalıyız

Jeofizik Mühendisi Melih Baki, İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Hasan Aksungur ve Adana Müteahhitler Birliği Başkanı Haydar Çakıroğlu, İnci Gül ile Biz Bize programının konuğu oldu. 

Felaketlerden ders çıkarmalıyız

www.gazette.com.tr ve Gazette TV | YouTube hesabında Fatma İnci Gül’ün sorularını yanıtlayan konuklar, deprem ile alakalı gündemi değerlendirdi. Konuklar, Türkiye’deki en büyük problemin yaşanan felaketlerden ders çıkarılmaması olduğunu söylediler. Konuklar, ‘’İstanbul, Düzce, Van, Erzincan, Adana, İzmir depremlerini yaşadık ve gittikçe bilanço daha ağır oldu. Eksiğimizin olduğunu fark etmemiz lazım. Artık yeter. 21. asırda bilim ve teknoloji çağındayız. Yapılan işin denetlenmesi lazım’’ dediler.

İşte Gazette TV | YouTube hesabında yayınlanan o program;

Ömrünü yer hareketleri ile geçirmiş bir yer bilimci olarak Sayın Melih Baki 6 Şubat’taki depremleri nasıl değerlendirir?

Dünya ve Türkiye tarihinde bu kadar net bir şekilde ‘’geliyorum’’ diyen bir deprem daha olmadı. Afrika’nın geliş hızı yılda 2,5 santimetre iken önce 6, sonra 8 santimetreye yükseldi. Akdeniz’de de İskenderun Körfezi’nde de inanılmaz bir magma baskısı vardı. O zaman biz kamuoyunu acil şekilde bilgilendirdik ve ilgili yerlere bildirdik. Tarihin en sıkıntılı süreci Hatay ve Kahramanmaraş’a dikkat çekmiştik. Dengesiz bir iklim olacağını söylemiştik. Hava akımları yön değiştirmişti. Fakat hiç kimse görmedi. Bu deprem nasıl bağıra bağıra geldi? İzmir’den Aydın’a, Aydın’dan Karaman’a, Karaman’dan Ankara’ya, Ankara’dan Kahramanmaraş’a ve Kahramanmaraş’tan Malatya arasındaki basınçtan dolayı inanılmaz yer yarılmaları meydana geldi. Bunu da hiç kimse görmedi. Biz susmadık!

Yapıların tasarımını yapan meslek örgütünün başındaki bir isim olarak Sayın Hasan Aksungur bu durumu nasıl yorumlar?

Depremler bir doğa olayıdır. Bunu insanlık var olduğundan itibaren engelleyememiştir. Ama buna göre yaşamasını öğrenmiştir. Tarihin gelişim süreci içerisinde bunun zararlarını da görmüştür. İstanbul’da v Ankara’da geçmiş yıllarda büyük depremler olmuştur. Türkiye’de ki bilim insanlarının imkânları ölçüsünde gerekli araştırmalar ve çalışmalar yapılmış olmasına rağmen 1938’de ki Erzincan depremi sonra Dinar ve Çaldıran depremi, Van depremi ve 1999 da gerçekleşen Marmara depremine gelinmiştir. Marmara depremi Türkiye’de depremsellik açısından bir milat oluşturmaktadır. Marmara depremi ile Türkiye’de yapıya, binaya, aklınıza gelen bir sürü mühendislik yapılarına bakış açıları değişmiş, eski yönetmelikler revize edilmiş ve ona göre aşama aşama önlemler alınmıştır.  Bunlardan bir tanesi 2001 yılında Türkiye’de 19 ilde yapı denetim sistemi hayata geçirilmiştir. Daha sonra tüm Türkiye’de bu gerçekleşmiştir. Hazır ve nervürlü demir kullanımı zorunlu hale getirilmiştir. Yönetmelikler de bu yeni duruma göre yeniden dizayn edilmiştir. Türkiye’ye bakarsanız Melih Baki yer altının dışında bilinmeyenlerden hareket ediyor ama yer üstündeki olayları çözmek için Türkiye’de ki inşaat mühendisliği bilimi veyahut gelişmişliği akabinde Dünya’da ki gelişmişliği takip ederek bilimsel veya mesleki olarak çözemeyeceği bir sorun yoktur.  Bu bilinen bir olaydır. Ama diyeceksiniz ki bu sorunlar neden çözülmedi? O da Türkiye’de ki mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı hizmetlerinin yeterince denetlenmediği ya da uygulamada denetimlerin eksik olduğundan kaynaklı bir gerçek var. Bundan da kurtulamayız. Bir İnşaat Mühendisi olarak bunun ıstırabını yaşıyorum. Öncesinde mühendis ve mimarları her ortamda savunurdum. Görevim gereği hala savunurum ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Görevlerini yeterince tavizsiz yapmaları gerektiğine şiddetle inanıyorum.

Bu konu hakkında sizin görüşünüz nedir Sayın Çakıroğlu?

Şimdi malumunuz olduğu üzere deprem öldürmez bina öldürür deniliyor. Şimdi olayı başından ele alacak olursak çimento denilen kimyasal madde veya çimentonun kimyası 1850’lerde Portland Adası’nda, İngiltere’de yer alan bir kimyasal terkiptir. Dolayısıyla betonun içine demir konulduğunda da üstün bir mukavemet kazanacağı da o günden beri gelişme kaydediyor. Örneğin bizim 40 yıl önce yapmış olduğumuz projelerde C30 denilen betonu C14 olarak inşa ediyorduk. Çok mesafe kaydedildi. Örneğin 1996 yılına kadar bizler hükümetimizin tayin etmiş olduğu şekilde Adana için konuşacak olursak 3. Sınıf deprem bölgesine göre deprem statik hesapları yansıtılıyordu. 1996’dan sonra Adana 2. Sınıfa alındı. Bugünlerde de deprem kuşağının gereği olarak 1. Kuşağa alındığını düşünüyorum.  Dolayısıyla halkın anlayacağı şu, 1996’dan önce binanın esas taşıyıcıları olan kolonlarda 30 tane demir kullanılacağı varsayılıyor ise 1996’dan sonra 40-45 tane kullanın denildi. Şimdilerde ise 60-70 tane kullanın deniliyor.  1996’dan önce yapılan hesaplarda kolona ve binanın yüksekliğine göre global olarak söyleyecek olursak 30’a 40 kolon arası bir-iki katlı binayı taşıyor denilirken şimdi denilecek ki 1996’dan sonra 30’a 40 değil 30’a 50 veya 30’a 60’dır. Dolayısıyla şartlar daha iyileştiriliyor, daha geliştiriliyor. Çok daha önceleri bu şartlar yoktu. Teknoloji bu kadar gelişmiş değildi. Beton ve çimento biliniyordu. Çimentonun çakılla karışması halinde donduktan sonra dayanıklı bir harç oluşturulacağı biliniyordu. Dolayısıyla karıştırılıp dökülüyordu. 60-70 sene öncesinden bahsediyorum.  Daha sonra şartlar gelişti Bu karışımın bir oranının olması, oran dâhilinde olması, ne kadar çok çimento konulursa ne kadar ona demir konulursa uygulaması da doğru teknikle hesaplanırsa dayanımın artacağı söylenirdi. Demek ki aşama aşama gittik.  2001’den sonra Adana’da farklı oldu. 2001’den önceki yapılar müteahhitlerin insafına bırakılmıştı. Özel sektör için söylüyorum.  Özel sektörde piyasa tümüyle bilinirlik üzerine hareket edilerek işliyordu. 2001 yılından sonra denetim gelsin denildi. Ondan önce yalnızca bir mühendis olurdu teknik sorumlu olarak. Onun insafına kalırdı. Ondan çok daha önceleri 1987’den önce binanın dayanacağı zeminin cinsini tayin etmek piyasada ki mühendislere bağlıydı. 1987’den sonra buna karşı çıkıldı. En sonunda bilimselliğe doğru gidildi. 2004 yılında da hazır beton vardı ama kullanılmıyordu. Sonra zorunlu hale getirildi.  O zaman 50 yıl önce yapılmış bir bina o günkü şartlara göre binayı yapan kişi işini iyi yapmışsa o binalar hala ayakta kalabiliyor. Geldiğimiz aşamada Adana’da 13 bina yıkıldı deprem esnasında. 1 tanesi yapı denetimden geçebildi. Yapı denetim olduktan sonra verilere göre yüzde 1,5 bina yıkılmış. Genelde yıkılan binalar teknolojik gelişmelerden yoksun binalar. Bundan sonraki depremler için bize önemli bir don olacak ve çok bilgi alacağımız kriterler var. Bunda hareketle bundan sonrasını çok daha güzel bir şekilde binaları sağlam şekilde yapma gereği ortaya çıktı. Tekniği ve teknolojiyi, insanı eğitmeyi birinci plan olarak ele almamız lazım. Ayrıca herkes bina yapmamalı. Yurt dışında bir tünel, bir çelik yapı, hangar, köprü veya yol işinden ayrı olarak üst yapıda faaliyet gösterecek bir mühendisin hangi branşta olursa olsun inşaat içerisinde 5 yıl çalışmış olma şartı var. Fakat bizde okulu bitirdiğimiz gün imza atma yetkimiz var. Bunun da düzenlenmesi lazım. Standartları daha da yükseltmemiz lazım.

Bir inşaat mühendisinin tecrübe edinebilmesi için kaç yıl gerekir?

İnşaat mühendisi alan bitişi, bir günlük bir mühendis de olsa 1939 Yasası’na göre inşaat mühendisliğinin bütün yetkilerini kullanır. Bunda hiçbir engel yok. Fakat yine de Sayın Çakıroğlu’nun dediği gibi, 1950’lerden bu yana gelen süreçte hayat gösterdi ki; bir inşaat mühendisi her işi yapmamalı. Belirli deneyimler vardı ve evvelden devlette kariyer yapılırdı. Fakat 1990’lardan sonra bu düzen bozuldu. Kariyer artık devlette değil, özel sektörde yapılır oldu. Yüksek lisans ve doktora üniversitede yapılır oldu. Bu kurumların yapıları bozuldu. Ayrıca müteahhitlik hizmeti bir teknik hizmet olmasının da ötesinde, bir sermaye grubunun yatırımlarına yönelik bir işlem haline geldi. Tabi bunlar zaman içerisinde Türkiye’de olan mühendislik kalitesini yükseltmiş olmasına rağmen, gelinen noktada yap-sat patlaması, konut patlaması oluştu. İnşaat Mühendisleri Odası, 2000 yılında ‘’Yetkin Mühendislik’’ diye bir yönetmelik çıkardı. 5 yıl veya üstü mühendisler kurstan geçirilecek, o güne kadar hangi branşta çalışmışsa ‘’bu işi yapabilir’’ diye sertifikalandırılacaktı. Yönetmeliği de Resmi Gazete’de yayınlandı. Fakat ne hikmetse 2005 yılında Danıştay bunu 3458 Sayılı Mimarlık ve Mühendislik Kanunu gereği iptal etti. Bugün aynı iptal mantığını savunanlar, yaşanan bu acı deneyimden sonra bunlar tekrar gündeme gelecek. Müteahhitlik hizmeti, günümüzde sermaye hareketliliği diye değerlendiriliyor. İşin kötüsü mühendislik ve mimarlık hizmetleri de serbest piyasa anlayışına düştü.

Sayın Baki, bazı mühendisler ülkemizdeki deprem haritasının sürekli değiştiğini ve bu yüzden eski konutların da depremlere karşı yüklerin ihmal edilerek tasarlandığını iddia ediyor. Ülkemizde doğru bir deprem haritası yok mudur?

Biz bugüne kadar ders almadık. Kaç deprem geçirdik. Ders alsaydık, bu sıkıntıyı yaşamazdık. Zemin etüdünden, bina dikimine kadar yasal sorumluluk getirilmeli. Yetkili kim ise, onun yasal sorumluluk taşıması lazım. Adana daha önce üçüncü dereceden gösterilmişti, şimdi ise ikinci dereceden gösteriliyor. Aslında Adana tarihine baktığımız zaman, Adana’nın birinci dereceden deprem bölgesi olduğunu görürüz. ‘’Hatay depremlerle, Adana sellerle, Tarsus yılanlarla yok oldu’’ diye tarihsel bir deyim vardı. Eskiden Ceyhan Nehri, Kısık Boğazı’nı kullanarak İskenderun Körfezi’ne dökülürdü. Ceylantepe’de çok büyük bir volkanik deprem başladı. Akan lavlar, Kısık Boğazı’nı kapattı ve bir deprem de Adana’ya göç etti. Seyhan ve Ceyhan nehirleri, 6 defa birleşip ayrıldı. Her birleşme ve ayrılma bir depremle oluyor ve şu anda onlarca medeniyet, Çukurova Havzası’nda keşfedilmeyi bekliyor. Eskiden Seyhan Nehri, Tarsus-Yenice’den denize dökülürdü. Adana aslında birinci dereceden deprem bölgesi. Asıl sorun doğru olan bilimsel verilerin kullanılamaması. İstanbul, Düzce, Van, Erzincan, Adana, İzmir depremlerini yaşadık ve gittikçe bilanço daha ağır oldu. Eksiğimizin olduğunu fark etmemiz lazım. Artık yeter. 21. asırda bilim ve teknoloji çağındayız. Bu binalar 50-60 yıldır ayakta. Ne oldu da yıkıldı? İncelediğimiz zaman, binayı yıkan depremin dinamik kuvveti. Avrupa Eurocode-8, İngiltere, Rusya, Çin, Japonya, Amerika gibi ülkelerin yönetmeliklerinde olan birinci madde ama yasal sorumluluğun da getirilmesi lazım. Yapılan işin denetlenmesi lazım. Yoksa ders almamız mümkün olmaz. Avrupa ülkelerine baktığımız zaman, biz millet olarak denetimi az olan bir milletiz. Yapı Denetim Sistemi’nin sorumluluğu hala az. Ayrıca Yapı Denetim Sistemi’nin de denetlenmesi lazım.

Programın tamamını Gazette TV | YouTube hesabından izleyebilirsiniz.