İşte Prof. Dr. Şen ile cerrahlığı, sağlık sektörünü ve
tıp mühendisliğini konuştuğumuz o keyifli röportaj;
Birçok insan sizi tanıyor ama tanımayanlar için kendinizi
tanıtır mısınız, Prof. Dr. Orhan Şen kimdir?
Adanalıyım, 1969 doğumluyum. İlk, orta, lise ve üniversite
olmak üzere tüm okul hayatım Adana’da geçti. İlk mecburi hizmet yerim Hakkari.
Daha sonra 3-4 ay kadar Karaisalı Salbaş’da görev aldım. Sonrasında Ankara Üniversitesi
Beyin Cerrahisinde ihtisasıma başladım, 1,5 yıl orada kaldım. Sonrasında Çukurova
Üniversitesi’ne geldim. Beyin Cerrahisi ihtisasımı Çukurova Üniversitesi’nde
tamamlandım. Doçentliğimi Başkent Üniversitesi Adana Hastanesi’nden aldım. 2
yıl kadar orada çalıştıktan sonra özel sektöre geçip muayenehanecilik yaptım.
Son 7 yıldır bir yandan Adana’da muayenehanecilik yaparken, bir yandan da
Karabük Üniversitesi’nde Tıp Mühendisliğinin kurucu başkanlığını yaptım. Tıp
Mühendisliği, Türkiye’de ilk kez Karabük Üniversitesi’nde kuruldu. Adana’yı hiç
bırakmadım. Haftanın 3 günü Karabük’teyken, geri kalan günler Adana’daydım. Biz,
Tıp Mühendisliğini kurduktan 1 yıl sonra Acıbadem Üniversitesi de kurdu. Şu
anda Türkiye’de hükümetin de dillendirdiği milli üretim, milli sermaye, dışa
bağımlılığın en aza indirilmesi anlamındaki düşünceyle tıp alanında küçük
nüfusuna rağmen Danimarka dünyanın parasını kazanıyorsa, Türkiye neden bu
konuda dışa bağımlı, neden dışarı para veriyor dedik. Bunu da sorguladığımızda
Tıp Mühendisliğinin eksik olduğunu gördük. Müfredatta da mühendislik, tıp sektörünün
emrinde olacağı için yetiştireceğimiz mühendisin temel mühendislik bilgilerinin
yanında, tıpla ilgili yayınları, literatürleri, tıptaki sorunları konusunda sağlık
çalışanlarıyla aynı dili konuşması gerekiyor. Mühendislikle ilgili temel bilgileri
anatomiyle, fizyolojiyle birleştirmesi gerekiyor. Bu konuda şu anda akademik kadromuz
da oturmuş durumda. Öğrencilerimiz ve görevlilerimiz, projeleriyle yurtdışında
ve yurtiçinde ödüller alıyor. Öğrencilerimiz özel sektörde iş buluyor.
Tıp Mühendisliği Türkiye’de yeni bir kavram olduğu için
bunu biraz izah eder misiniz, Tıp Mühendisliği nedir?
İnşaat Mühendisliği inşaat sektörünün emrinde, Elektrik – Elektronik
Mühendisliği elektrik ve elektronik sektörünün emrinde. Tıp Mühendisliği de tıp
sektörünün emrindedir. Mühendisliğin temel kuralları, temel kavramları aynıdır
ama hizmet verdiği sektöre göre ayrıntıları vardır. Bizde de yıllardır Biyomedikal
Mühendisliği vardı. Ben kendim hekim olarak sahadayken, biyomedikal mühendisliğinin
eksiklerini gördüm. Dolayısıyla burada bir şeylerin eksik kaldığını görünce;
isterseniz biyomedikal mühendisliğinin müfredatını bu şekilde yapalım,
isterseniz tıp mühendisliği adı altında biyomedikal mühendisliğine eş değer
olacak ama Amerika’da, Avrupa’da bu şekilde ayrımlar var gerek laboratuvar anlamında
gerek sanayi anlamında gerekse üretim anlamında gerekse de aşı – ilaç endüstrisi
anlamında tamamen üretime dayalı bir düşüncenin oluşması anlamında müfredatı
değiştirerek bir mühendislik dalı oluşturduk. Öğrenciler anatomiyi, fizyolojiyi,
akışkanlar dersini, teknik resim dersleri ve buna benzer tüm mühendislik
kavramlarını ders olarak alırken, diğer taraftan da tıp derslerinin temellerini
alıyor ve onlara ek olarak biz, tıbbi terminoloji derslerini veriyoruz. Bundaki
amaç da tıbbi literatürü okuyabilsinler. Bir öğrenci eğer karşısındakiyle aynı
dili konuşabiliyorsa, bir mühendis eğer karşısındakiyle aynı dili
konuşabiliyorsa ve okudukları literatür ortak olduğu için aynısını
anlayabiliyorlarsa, o zaman mühendislik bana göre tasarım yapmaktır.
Tıp mühendisliği ile biyomedikal mühendisliği nasıl
ayrışıyor? Yani aralarındaki fark nedir?
İkisi de eğer aynı dili konuşabiliyorlarsa, aynı üretimi
yapabiliyorlarsa aslında hiçbir farklılık yok. Yalnız pratiğe çıktığınız zaman,
öğrencilerimizin tasarımlarına, projelerine ve ödüllerine baktığınız zaman
biyomedikal mühendisliğinin yıllardır var olmasına rağmen bu oranda projesi
yok. Tıbbi terminolojinin, anatominin, fizyolojinin, mühendislikteki derslerle birlikte
verilememesinden kaynaklanıyor. Farkımız bu. Biyomedikal mühendisliğinin
yaptığı, bakım – onarımdır. Biz, üniversitedeki mühendis adaylarımızı bakım – onarımcı
olsunlar diye yetiştirmiyoruz. Amerika’da, Almanya’da bunun için teknik liselerden
yetişen insanlar yapıyorlar. Mühendis, bakım ve onarımcı değil tasarım ve üretim
yapandır. Bu kavramsal ayrımı gerçekleştirmek adına biyomedikalden ayrı
tutuyoruz.
Ne zamandan beri tıp mühendisliği var Türkiye’de ve sektördeki
etkisini görmeye başladınız mı?
Tıp mühendisliği 2013 yılından beri var ve etkisini görmeye
başladık. Biz, bu düşünceyi 2013 yılından beri TRT dahil olmak üzere
gazetelerde ve her türlü sosyal platformlarda söyledik. Şu anda savunma sanayinde
pandemi döneminde yeni yeni sağlıkla ilgili konulara girildi ama biz 2013
yılından beri bunu söylüyor, bunu savunuyorduk. Dolayısıyla düşüncelerimizin şu
anda konuşuluyor olması ayrı bir haz, ayrı bir onur veriyor. Bir Adanalı olarak
da Karabük’te böyle bir şey gerçekleştirmenin onurunu ve keyfini yaşıyorum. Öğrenci
yetişmek de bayrağı teslim etmek de ayrı bir keyif. Beyin, sinir ve omurilik cerrahisi
adına mesleki birikimimi aktarmak gurur verici. Bizim hastalarımıza verdiğimiz
duygu şu idi; önce güven. Hastalık yok, hasta var. Dolayısıyla mühendislikteki
kafayla, radyolojik görüntüyü ya da eldeki laboratuvar ortamında hastayı tedavi
etmek en doğrusu. Diğerleri sizin sonuca giderken, doğruluk payınızı destekler
veya çürütür. Doğru tanı, doğru müdahale, hastayı bilinçlendirme çok önemli.
Çünkü ben hep toplumun bilinçlendirilmesinden yanayım. O yüzden bize düşen
onlara ışığı tutarken, doğru yönde tutmamız gerekiyor.
Peki, siz beyin, sinir ve omurilik cerrahısınız. Cerrah
deyince de akla ameliyat gelir ama anladığımız kadarıyla siz, hastayı ameliyat
etmeden de iyileştirmeye çalışıyorsunuz. Doğru mu?
Ben, kendi sosyal medya hesaplarımdan bilgilendirme yaparım
ve hastaların hiçbir meslektaşımı, hiçbir kurumu suçlamasına izin vermem. Çünkü
doğru bir şey değil bu ama bunları yaparken de yanlış bilgi verdirtmek veya
insanları aydınlatmamak da ayrı bir beladır. O yüzden ben ne yaşadıysanız
anlatın derim onlar, “On ayrı yere gittik herkes ameliyat dedi ama Orhan hocamızın
yanına geldik ve hayır, ameliyata gerek yok dedi” diyorlar. Az önce tıp
mühendisliğini anlatırken, pratikte gördüğümüz eksikleri ve yanlışları iyi
yorumlayıp, boşlukları doldurma adına bilgiyi doğru yere koymak bizim çabamız,
bizim gayretimiz. Burada da aldığımız tıp bilgisi üzerine, okuduğumuz yayınlar
üzerine Allah bize akıl vermiş, bizim de kendi tecrübelerimiz var. O tecrübenin
sonuçlarına baktığınız zaman, karşılaştırdığınız zaman doğruyu buluyorsunuz. Herkes
hastalara ameliyat demiş, o bize gelmiş ve hayır gerek yok demişiz ve hasta
teşekkür ediyor, mutlu gidiyor. Dolayısıyla bir yerde yine yanlışlık var. Az önce
biyomedikal mühendisliğinin tasarımcı, üretimci olmak yerine bakım ve onarımcı
olması gibi. Yani bilgi yanlış verilmiş. Bunu değiştirmek adına, “Hayır,
ameliyata gerek yok” diyoruz. Ya da “On tane doktora gittim, yaklaşık 6-7 il
gezdim. Herkes ‘ameliyata gerek yok’ dedi ama Adana’ya Orhan Şen’in yanına
geldik o ‘ameliyat olacaksın’ ve ameliyat etti. İyi ki ameliyat olmuşum, çok
rahatladım” diyor. Burada da bu sefer ameliyat edilmesi gereken bir hastanın
ihmal edildiğini görüyorsunuz. O yüzden yasalar izin verse, “beyin, sinir, omurilik
cerrahi uzmanı” yazmam, “doğru tanı merkezi” yazarım. Hasta buraya geldiğinde
hastaya tanısını da koymak gerekiyor. Herkes kendi branşına odaklanmış durumda
ama baktığınız zaman insan vücudu bir bütün. Hastada romatizma varsa eğer benim
onu boşu boşuna fizik tedavi uzmanına göndermem doğru değil. Romatoloji uzmanı meslektaşımı
arıyorum, bilgilendiriyorum ve hastayı gönderiyorum. Hasta o zaman şifasını
buluyor. Dolayısıyla işin özü doğru tanı. Hastanın hikayesini iyi dinlemek
gerekiyor, radyolojik görüntülerle hikayeyi iyi harmanlamak gerekiyor ve sizin
de sürekli bir bütün olarak okuyup kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. Derslerimizde,
stajlarımızda gittiğimiz her bölümün bize kattığı ayrı ayrı şeyler var. O yüzden
hep öğrencilerime, asistanlarıma söylerim; “Rotasyonlarınızı, stajlarınızı iyi
değerlendirin. İleride tanıyı yaparken doğruyu bulmanıza yardımcı olacak.” Yani
diğer branşların da özünü iyi bilmek gerekiyor.
Şu anda ideal bir doktoru tanımladınız aslında ama ne
yazık ki sayıları az olsa dahi Türkiye’de ve dünyada bu tanıma uymayan
doktorlar da var. Yeteri kadar eğitim almadıklarından mı ya da az önce
bahsettiğimiz gibi içinde o duygu yok mu?
Hepsi. O yüzden insanlar gelecekleriyle ilgili kararlar verirken,
tercihlerini iyi yapmalılar. Sadece bu konu için değil her konuda öyle yapmalılar.
Tercihlerini iyi yaparken de doğru insanlara sormalılar. Hayatı kolaylaştırmak
en güzeli ama “hayatı kolaylaştırayım” derken de boşa beleşe dönüştürmek en kötüsü.
O yüzden de ben, öğrencilik hayatımdan itibaren hep belirli bir iş disiplinine
önem veririm. Zaman kavramına uyarım, bir işi yapacaksam da en iyisini yapmaya
çalışırım. Tabi bu hastalık derecesinde olmamalı. İnsan kendiyle yüzleşmeli ve
kendi yeteneklerini görebilmeli. Normalde bunu rehberlik öğretmenlerinin,
velilerin bir araya gelip, “çocuk hangisine daha yatkın, hangisini daha yatkın”
diye istişaresini yapıp ve bunu çocukla paylaşıp önüne sunmak gerekiyor. Ama
bizde hem üniversitede bölüm tercihi yapılırken hem çocuğun evlilikle ilgili
kararlarında hem çocuklarımızın okulunu seçerken, doğru bulmak yerine başka
yollardan gittiğimiz için hep travma yaşıyoruz. Dolayısıyla insanı sevmeyen, tıbbı
sevmeyen, oturup ders çalışmayı sevmeyen, okumayı sevmeyen bir insanın tıp
seçmesi kadar kötü bir şey olamaz. Bu insanın ya okul hayatında ruh sağlığı bozuluyor
ya da ruh sağlığının bozulduğunun kimse farkına varmadan normal hayatına devam
ediyor ve mutsuz bir insan olarak ortalıkta geziyor. Mutsuz bir insan hem hasta
muayenesinde kendisi haz almıyor, karşısındakine haz vermiyor hem de akşam eve
gittiği zaman evindekilere haz vermiyor. Yani ebeveynin isteği değil çocuğun ne
istediği önemli. Dolayısıyla doğru tercihler yapılırsa çocuğun kendisi
araştırmacı olacak. Siz ona doğru bilgiler vereceksiniz o da herkesin arasından
sıyrılıp, doğru hocalar, doğru arkadaşlar bulacak ve soru sormaktan, araştırmaktan
kaçınmayacak. Bunu yapmayıp hazıra konan bir çocuk, başarısız ve mutsuz bir çocuk
demektir. Birçok meslekte herkes mutsuz, herkes bezgin, herkes işinin hakkının
vermiyor. Temel sorunumuz bu. İşinin hakkını vermediğini gördüğümüzde ise ona
göstermek ve anlatmak yerine bu sefer toplum olarak kendi menfaatlerimiz
doğrultusunda üzerini bir şeylerle örtmeye çalışıyoruz. O yüzden benim sosyal
medya hesaplarımın asıl amacı; kimseyi karalamadan, kimseyi kötülemeden
insanlara doğruyu gösterebilmek. Liyakate önem vererek, işini doğru yapan
insanları ortaya çıkarmak gerekiyor. Toplum olarak bu yönde ciddi bir eksiğimiz
var. O yüzden sorunuzun başında “hepsi” dedim. Hepsi, bütün branşlar için geçerli.
Bu tür insanların doktor olup, başarılı olmasını bekleyemeyiz
ama sonuçta “Hipokrat Yemini” var. En azından o yemine bağlı kalıp da
karşısındaki insanın hayatını kurtarmak için mücadele vermek yerine işlerini
savsaklamayı seçiyor?
Sadece Hipokrat Yemini olarak söylemeyelim. Birçok yerde
birçok yemin var. Dolayısıyla insanlara yemin ettirerek bir şey yaptırmaktansa
o insanları vicdan sahibi yapmamız gerekiyor. O tarz insanlara yeminleri yaptıralım
ama özünde o yeminin içine zekayı, sosyal beceriyi ve vicdanı insanlara
verelim. Tüm meslek dalları için söylüyorum; insanlar hata yaptığının farkında
değil. Hata yaptığının farkında olmayan bir bireye hangi meslek dalından olursa
olsun, siz istediğiniz yemini yaptırın, istediğiniz hukuk kurallarını koyun yine
de anlamıyor. Anlamamasının sebebi de kişinin çocuk yaştan itibaren yalanın,
sorumsuzluğunun, liyakat sahibi olmadan bir yerlere gelebilmenin ve buna benzer
yanlış düşüncelerin beyninin içine, ruhunun içine oturmasından kaynaklanan
yalan yanlış bir meslek sahibi olmak. Bu sadece tıp için değil bütün meslek
dalları için geçerli.
Peki, Türkiye’nin sağlık alanında geldiği noktaya bakacak
olursak; nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maşallah, Türkiye çok iyi bir yerde. Sağlıktaki başarı da
teknisyeniyle, hemşiresiyle, doktoruyla, hocasıyla, donanımıyla, her şeyiyle
gerçekten dünya standartlarının üzerinde. Her şey de altyapıya bakmak
gerekiyor. Gözünüzü boyayan güzellik kavramları sizi yanıltmasın. Dolayısıyla tercih
yapıyorsunuz, sağlıkta belirli bir nokta var. Devlet hastanelerinde çok iyi
meslektaşlarımız var. İşlerini özveriyle yapan meslektaşlarımız var. O meslektaşlarımızı
bulun, o meslektaşlarımızı kollayın ve gidin ücretsiz hizmetinizi alın. Bir
Aile Sağlık Merkezlerinde gerçekten özveriyle çalışan meslektaşlarımız var.
Gidin onları bulun ve onlara sahip çıkın. Onları birilerinin yemesine izin
vermeyin. Dolayısıyla insanlar tercihlerini yapacaklar. Tercih yapılmadığı
zaman, sistem bozuluyor. Sağlık alanında da bu böyle. İyi yerler, iyi hekimlerimiz
var. Biz eğer kötülerin iyi olmasını istiyorsak, iyilere hak ettiği değeri
vermek zorundayız.
Sağlık çalışanlarının sayısının az oluşu sizce neden
kaynaklanıyor? Yani tıp fakültelerimiz yeteri kadar tıp doktoru, hemşire
üretemiyor mu? Yoksa belirli bir yere gelen sağlık çalışanlarımız, Türkiye’yi
terk edip başka yerlere mi gidiyor?
Bunlar bir ayda, iki ayda veya bir yılda, iki yılda olacak
konular değil. Sonuçta bir anda üniversite sayısı arttı. O üniversite sayısına
öğrenci almak kolay ama o öğrenciyi yetiştirecek hocayı yetiştirmek mesele. Bunun
yıllar öncesinde gerçekleşmiş olması gerekirdi. Ne yazık ki gerçekleşmemiş. O nedenle
sayı az. Sayıyı bir anda artırmak için de üniversitenin sayısını artırıp, akademik
kadrosunu kaliteli oluşturmazsak bu sefer de eğitimi yetersiz diploma sahibi
insanlar yetişmiş olacak ki o daha büyük bir tehlike. O yüzden kontrollü bir
şekilde 5 yıllık, 10 yıllık planlamaları iyi yapıp, geleceğimizi kurtarmak
adına sistematik, dengeli bir şekilde üniversite kurmak, akademik kadroyu güçlendirmek,
liyakat sahibi olan insanları bir noktaya getirmek ve oraları da öğrencilerle
doldurmak. Bunlar, yıllar öncesinden yapılmalıydı ama yeni yeni yapılıyor.
Yapılırken de birçok eleştiri alıyor ama bir yerinden başlamak gerekiyor. O kaliteli
kadroyu kurmak gerekiyor. Akademisyenliğe teşvik etmek gerekiyor ki gerçekten
üretmek isteyen, kaliteli öğrenci yetiştirmek isteyen öğrencilerin rol model
olarak görebileceği akademisyenleri üniversitede görebilmeli.
Kovid-19 pandemisi nedeniyle 65 yaş üstü vatandaşlarımız
sokağa çıkamamıştı. Sokağa çıkamayan bazı vatandaşlarımızda beyninde hasar
oluştuğu belirtildi. Siz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sadece pandemi süreci için bakmayın olaya. Pandemi süreci,
bizleri dışarıdan içeriye aldı. İçeride kitap okuyarak yaşamasını bilen,
bulmaca çözerek yaşamasını bilen, içeride kaldığı dönemde hobisi olan insanın
ne bedensel ne de zihinsel hiçbir arızası olmaz. Sadece konuşmayı, dolaşmayı
bir beceri olarak görmüş insan, içeriye girdiği zaman bir hobisi, okuma
alışkanlığı yoksa o zaman sıkıntı çeker. Yani sinema aşığı olmak için ekonomik
açıdan zengin olmanıza gerek yok. Evde kaldığımız sürelerde beyin egzersizleri,
fizik egzersizleri yapmalıyız. Hareket etmeliyiz. Odaların etrafında, apartmanın
etrafında yürüyerek yine hareket yapabilirsiniz. Dolayısıyla ben bu tür
yaklaşımlara karşıyız. Bunun için televizyon programları da yapılmalı. Evin
içinde yürüyüşler yapın, evin içinde saatlerce televizyon karşısında oturmayın,
bulmaca çözün, kitap okuyun. Bunları yaparsanız ne zihinsel ne de bedensel
hiçbir sorun kalmaz.
Halk arasında “inme” diye tabir edilen bir hastalık var.
Bu hastalık, sizin branşınızda en çok ölüm oranının olduğu hastalık mıdır? Eğer
öyle ise bu hastalık nasıl fark edilir? Bunun için nereye müracaat etmeleri gerekiyor?
Aslında inme, nörolojinin konusu. İnmenin nedeni insanların
hareketsiz kalması. Pandemi sürecinde hareketsiz kaldığı zaman, şekerine –
tansiyonuna dikkat etmediği zaman inme dediğimiz hastalık gerçekleşiyor. Ya felçlik
ya konuşma bozukluğu ya görme bozukluğu ya da bir taraf felçli kalıp yatalak
kalıyor. Bütün bunların altında yatan neden, kişinin tansiyon ve/veya şeker ve/veya
damar hastalığı. O yüzden inme hastalığı benim konum olmamasına rağmen, gelen
her hastanın tansiyonunu, şekerini ölçerim. Gelecekte inme riskini en aza indirmek
için onları yönlendiririm. Dolayısıyla yine dönüp dolaşıp hem hekimin olaya
bütünsel yaklaşımına hem de hasta ve hasta yakınının konunun ciddiyetini kavrayıp,
ona uygun hareket etmesine bakmamız gerekiyor. Bunlara uygun hareket
edebilirsek, şu anda yine sağlıkta oldukça iyi bir yerde inme merkezlerimiz
var. İnme merkezlerinin biraz daha basın aracılığıyla, kendilerinin sosyal
medya hesapları üzerinden varlıklarını insanlara iyi anlatmaları gerekiyor. İnme
merkezlerindeki insanların insanları bilinçlendirici programlar yapıp, inmeyi
en az orana indirip, kendilerinin ilk 6 saatteki müdahalelerinin ne kadar
önemli olduğunu ve buna benzer bir durumda insanların ilk oraya başvurmaları
gerektiğini anlatırsa ölüm oranı azalmış olur. İş gücünü de azaltmış oluruz. Öte
yandan felç kalmış bir insana da o acıyı, ıstırabı yaşatmamış oluruz.