Bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Tarsus 1.
Sulh Hukuk Mahkemesi, hapis cezasına mahkum edilen yetişkinlere vasi atanmasını
öngören söz konusu maddelerin, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal
isteminde bulundu.
Başvuruda, bir yıl ve daha fazla süre hapisle cezalandırılanların
yardıma ihtiyacı olmadığı durumlarda da kendilerine vasi atandığı, hapis
halinin sona ermesiyle bu durumun kendiliğinden kalktığı ancak "hapis
halinin sona ermesinden" ifadesinin belirsizliğe neden olduğu ifade
edildi.
Bundan dolayı kısıtlanan hükümlünün mülkiyet hakkının
etkilendiği, akıl sağlığı yerinde olmasına rağmen hukuki işlemlerinin uzun
sürdüğü belirtilerek, uygulamanın Anayasa'nın 35, 48 ve 49. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürüldü.
Talebi karara bağlayan yüksek mahkeme, söz konusu
uygulamanın, yerel mahkemenin gösterdiği anayasa maddelerine aykırı olduğu
gerekçesiyle Türk Medeni Kanunu'nun 407 ve 471. maddelerinin iptaline karar
verdi.
"Mülkiyet ve özel hayat hakkını sınırlıyor"
Oy birliğiyle alınan kararda, özel hayatın korunması ve
başkaları tarafından ihlal edilmesinin önüne geçmek için anayasal güvence
sağlandığı hatırlatılarak, kişilerin yine yasa gereği mülkiyet edinme hakkına
sahip olduğu belirtildi.
Kararda, yetişkin ve ayrıt etme gücüne sahip kişilerin, 1
yıl veya daha uzun süre hapis cezasına mahkum edilmeleri halinde, mutlak
suretle vesayet altına alınmalarının (vasi atanması), özel hayat ile mülkiyet
hakkını sınırlandırdığı ifade edildi.
Anayasa'nın 13. maddesinde "temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik
cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." hükmüne
işaret edilen kararda, özel hayata saygı ve mülkiyet hakkına yönelik kanuni
düzenlemenin şeklen var olmasının yeterli olmayacağı, kuralların, keyfiliğe
izin vermeyecek şekilde açık ve öngörülebilir nitelikte olmasının zaruri
olduğuna işaret edildi.
Mal varlığına ilişkin bazı hukuki işlemleri yapamayacağı
için hükümlüye kanun gereğince vasi atanması, kişiyi korumaya yönelik bir
uygulama olduğu hatırlatılan kararda, ancak bu kişilerin ayırt etme gücüne haiz
ve herhangi bir vasi atanmaksızın kendi işlemlerini yürütebilecek durumda
oldukları, dolayısıyla hükümlünün, işlemlerini görebilecek durumda olup
olmadığı değerlendirilmeksizin vasi atanmasının sınırlayıcı bir uygulamayı
beraberinde getireceği aktarıldı.
Bu nedenle vasinin rızası olmadıkça hükümlünün kendi
işlemleriyle borç altına giremeyeceği, mal varlığına yönelik işlemlerde izin
almadan hareket edemeyeceği, nişanlanma ve evlenme gibi işlemler için dahi
öncelikle vasinin rızası aranacağı, böylece hükümlünün özel hayatı ve mülkiyet
hakkına büyük ölçüde sınırlama getirileceği vurgulanan kararda, şu
değerlendirmeye yer verildi:
"Bu bağlamda kuralla hükümlünün gerçekten
korunmasını gerektiren durumların bulunup bulunmadığının araştırılıp ancak
böyle bir durumun varlığı halinde vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye
takdir hakkı tanınmamakta ya da ihtiyaçları dikkate alınarak, hükümlünün ergin
ve ayırt etme gücünün bulunması nedeniyle vesayete göre kişinin ehliyetini daha
az sınırlayan ve daha dar koruma sağlayan yasal danışmanlık ve kayyımlık
atamasına imkan sağlanmamaktadır. Dolayısıyla kuralın ulaşılmak istenen amaç
bakımından sınırlamanın zorunlu olmadığını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha
hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Bu
nedenle kuralla hükümlüye zorunlu olarak vasi atanmasının hükümlünün korunması
amacı bakımından gerekli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa'nın 13, 20 ve 35. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir."
Yüksek mahkemenin iptal kararı, 9 ay sonra yürürlüğe
girecek.