Tekin, şu değerlendirmelerde bulundu:
"17
Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen ve büyüklüğü 7.4 olan deprem nedeniyle
17.479 yurttaşımız hayatını kaybetmiş, 45.953 kişi yaralanmış, 244.383
civarında konut ve işyeri hasar görmüş, üretim kaybı dahil GSMH üzerindeki
olumsuz doğrudan ve dolaylı etkisi yaklaşık 15 milyar ABD Doları olarak
hesaplanmıştır…
17 Ağustos 1999 Marmara depreminin devasa boyutta bir
felakete dönüşmesinin temel nedeninin; yeterince mühendislik hizmeti görmemiş
depreme dayanaksız yapılar, sağlıksız ve plansız kentleşmeler ile yanlış
yerleşim alanlarının belirlenmesi olduğu gerçeği artık herkes tarafından kabul
edilmiştir…
Ülkemiz gündeminden hiç çıkmaması gereken ve unutulduğu
an meydana gelen deprem yıkıcı sinsi yüzünü son olarak 2011 yılında meydana
gelen Van depremleriyle göstermiş, 1999 yılındaki Doğu Marmara Depremleri’nden
yeterli dersi çıkarmadığımız gerçeğini bir kez daha en acımasız bir şekilde bizlere
öğretmiştir.
Geçen
15 yılda sadece bir arpa boyu yol alınabilmiştir.
1999 Depremlerinden bu güne
kadar depremlerle ve yapılması gerekenlerle ilgili TBMM başta olmak üzere pek
çok kuruluş tarafından raporlar hazırlanmış, eylem planları oluşturulmuş; Yapı
Denetimi Hakkında Kanun ve Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun ile bazı ikincil nitelikteki yönetmelik vb alt mevzuatlar
çıkarılarak yürürlüğe konulmuştur.
Ancak, deprem zararlarının
azaltılması yönünde yapılması gerekenleri eksikli de olsa ortaya koyan Ulusal
Deprem Konseyi, Deprem Şûrası, Kentleşme Şurası (KENTGES) raporları gereği yapılmadan tozlu raflara kaldırılarak
unutulmuş, çıkarılan yasalar ise deprem zararlarını azaltma yerine, deprem
bahane edilerek siyasi iktidarın rant dağıtımının mevzuatı olmuştur.
Afet ve acil durumları daha
iyi yönetebilmek ve “risk azaltma odaklı stratejileri hayata geçirmek için
kurulan” AFAD, “göçmen sorunlarının yönetimine sıkışmış”, “son dönemdeki kurum
faaliyetlerinde deprem, sel, heyelan vb afet olayları yer almamıştır.
Deprem
Şûra’sı vb. diğer raporlarda ısrarla vurgulanan Afet, İmar ve Yapı Denetimi
gibi Kanunlarının yeniden düzenlenmesi konusunda aradan geçen süre içinde
herhangi bir gelişme olmamıştır.
“6306 sayılı yasa ve Kentsel Dönüşüm Projeleri” depreme
dirençli kentlerimiz yerine “kentsel imar rantlarını” dönüştürmenin bir aracı
olmanın ötesine geçememiştir. Bu yasayla, Afetlere karşı sağlıklı ve güvenli
yapı oluşturma, deprem istismarına kurban edilmiştir.
Riskli
Alan İlanları Rant Alanları İlanına ve Doğal Alanların Talanına Dönüştü
6306 Sayılı yasanın çıktığı günden 2014 Temmuz ayına kadar toplam 148
alan detaylı araştırma ve inceleme
yapılmadan Bakanlar Kurulu Kararı ile riskli alan ilan edilmiştir.
Riskli Alan İlan edilen iller
arasında 27 alan ile İstanbul başı çekmekte olup, İstanbul’u sırasıyla Ankara,
İzmir Gaziantep ve Adana illeri izlemektedir.
İlan edilen riskli alanların
%47’sinin İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep ve Adana’gibi 5 büyük ilimizde
yoğunlaşması deprem riskinden ziyade “imar ve konut rantıyla” alakalı olduğunu
açıkça göstermektedir.
Hakkari, Adıyaman Aksaray,
Bartın, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu,
Çanakkale, Düzce, Iğdır, Isparta, Karabük, Uşak, Tunceli, Şırnak, Tekirdağ,
Muğla, Manisa, Kayseri gibi Türkiye deprem bölgeleri haritasına göre 1. ve 2.
Deprem bölgelerinde yer alan illerimizde bir tane dahi bile kentsel dönüşüm
projesinin uygulanmaması,yapılan yeni düzenlemelerin bu sorunu çözmekten uzak
olduğunu, asıl niyetin rantsal dönüşüm olduğunu açıkça göstermiştir.
17
Ağustos’un Üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen;
-Sakarya’da yıkılması
gereken ağır hasarlı 6 bina hala yıkılmamış, 750 orta hasarlı konutun onarımı
gerçekleştirilmemiştir;
-Kocaeli’nde 06.05.2013
tarihi itibariyle orta hasarlı olan ve son kez tahkikatlarının yapılması veya
yıkılması için tebligat gönderilen toplam 6723 adet bina bulunmaktadır. Bu
binalarda kiracı olarak hala ikamet edilmektedir. Yakın civarda bile yaşanacak
depremlerde ayakta kalması imkansız olan bu “hasarlı binalar, şimdi birer beton
tabutluk” durumundadır.
-Düzce ilimizde de durum pek
farklı değildir. Değiştirilmesi düşünülen kent yerleşim alanı daha yoğun bir
şekilde yapılaşmaya açılmıştır.
-Bolu’da kent içi
yoğunluğunun düşürülmesi amacıyla getirilen yapı yüksekliği sınırlaması, 2009
yılında yapılan yerel seçimlerin siyasi istismar alanı haline getirilmiş,
akabinde kat yükseklikleri artırılmıştır.
Okul, hastane, yurt vb gibi
ülke genelinde değişik amaçlarla hizmet veren kamu binalarının deprem
güvenliğinin arttırılması konusu ilgili Bakanlıkların gündeminden düşmüştür.
Mülga Bayındırlık ve İskan
Bakanlığının 2009 yılında yaptığı envanter çalışmasına göre, 77522 adet kamu
binasının 54140’ı, 1. ve 2. Derece Deprem Bölgesinde yer almaktadır. Bu
binaların %18’inin güvenlik değerlendirmesi yapılabilmiş, %2’sinin güçlendirme
projesi hazırlanmış ve %1,4’ünün güçlendirmesi tamamlanabilmiştir.
Kalıcı
hale getirilen deprem vergilerinden, bu güne kadar ne kadar kaynak yaratıldığı
ve bu kaynağın afet zararlarını azaltma ve deprem hasarları için kullanılıp
kullanılmadığı bilinmemektedir.
NE
YAPMALI?
·
Deprem Şûrası, Deprem Konseyi, TBMM Deprem
Araştırma Raporu, UDSEP vb organizasyonlar yoluyla deprem yönetiminin teorisine
dair çok sayıda rapor ve araştırma bulunan Ülkemizde, temel sorun etkin bir
pratik ve uygulamaya geçirmede yaşanan siyasi irade eksikliğidir. “Kent
yönetimini ‘kentsel rantın yeniden dağıtımından’ başka bir şekilde anlamayan
merkezi ve yerel yönetimler afeti de aynı anlayışla yönetmeye çalışmakta”, 6306
sayılı Yasa da olduğu gibi “afet gibi toplumsal bir olguyu kendi rantsal
hedeflerine ulaşmanın basit bir aracı haline getirmektedirler.
·
Afetler
nedeniyle her yıl ortalama GSMH’nın %1 ile %3’ü arasında ekonomik kayıpla/afet
zararıyla karşılaşan ülkemizde “Afetlerle Mücadele Fonu” oluşturularak zarar
azaltıcı projelerde kullanılmalıdır. 6306 sayılı Kanunun 7inci maddesi ile
oluşturulan “dönüşüm projeleri özel hesabı” bu Fona devredilmelidir..
·
Afet Mevzuatı 7269 Sayılı Kanun’un bütünleşik
afet yönetiminin ana hatlarını içerecek
şekilde gecikmeden yeniden düzenlenmelidir.
·
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde
başlatılacak çalışmalar ile Ulusal İmar Mevzuatı, “Yapı Kanunu” ve “ Şehircilik
ve Planlama” olarak iki çatı yasa ekseninde yeniden yapılandırılmalı; ikincil
mevzuatı yeniden oluşturulmalı ve afet mevzuatı ile bütünselliği sağlanmalıdır.
·
Ülkemizin kara ve deniz alanlarının bütününü
kapsayarak, depremselliğini açığa çıkartacak araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu araştırmalar daha fazla zaman kaybetmeksizin tamamlanarak; hem “Türkiye Diri
Fay Haritası” hem de “Türkiye Deprem Tehlike Haritası” güncellenmelidir.
·
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası yenilenerek;
yapı denetim sürecinin yapının üzerine inşa edileceği parselin zemine
aplikasyonundan başlayıp yapılacak yapı
türü, niteliği, büyüklüğü, temel derinliği v.b. unsurlar dikkate alınarak
parsel üzerinde gerçekleştirilecek zemin ve temel etüdü ile yapının
tamamlanmasından sonra yapının izleme ve bakım süreçlerini de dikkate alarak
yeniden tarif edilmeli ve yapı ruhsatı vermeye yetkili kuruluşlar ile yapı
denetim kuruluşlarının bu denetim içindeki fonksiyonları yeniden
tanımlanmalıdır. Ülkemizin jeolojik yapısı nedeniyle afet tehlikeleri açısından
oldukça riskli olması nedeniyle “zemin ve temel etütlerinin yapım, üretim ve
raporlama süreçleri yapı denetim
kuruluşlarının bünyesinde yer alacak jeoloji mühendisleri tarafından yerinde
denetlenmelidir.
·
6306 sayılı Afet
Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yerine, insan merkezli
toplumsal politikaların hayata geçirilmesini esas alan, bilim çevreleri, ilgili
meslek odaları, yerel yönetimler ve halkın katılımı ile; rant odaklı olmayan,
sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını sağlayan yeni yasal düzenleme
yapılmalıdır.
·
Ülkemizde sayıları hızla artan yüksek yapıların, tasarımı ve deprem
güvenliği açısından usul ve esasları düzenleyecek bir mevzuat için ivedilikle
çalışma başlatılmalıdır.
·
Köprüler, barajlar,
kıyı ve liman yapıları, kara ve deniz tünelleri, boru hatları, enerji nakil
hatları, enerji santralleri, doğal gaz depolama tesisleri, hızlı tren ve otoyol
gibi mühendislik yapılarının gerek yer ve
güzergah seçimi gerekse projelendirme aşamalarında deprem/afet güvenliğine önem
verilmeli, yeterli jeolojik-jeoteknik inceleme ve modelleme yapılmadan karar
süreçleri işletilmemelidir.
·
Sınırları mülki
idare sınırı olan ve ülke nüfusunun yaklaşık %75’ini oluşturan 30 Büyükşehir
Belediyesinin kentsel/kırsal alt ve üst yapı hizmetleri (yol, su,
kanalizasyon, köprü, baraj vb) ile
binaların projelendirilmesi süreçlerinin doğru olarak yürütülmesinde gerekli
olan jeolojik-jeoteknik etütlerin yapılması, kontrol edilmesi ve denetiminin
sağlanması, kentsel su temini, yeraltısuyu kaynak ve rezervlerin araştırılarak
ortaya konulması, yeraltısuyu havzalarının korunması, jeotermal kaynak ve doğal
mineralli sulardan arzu edilen yararın sağlanması süreçlerinin doğru
yürütülmesi ve geliştirilmesi için Büyükşehir
Belediyeleri idari yapılanması içerisinde “Jeoloji- Jeoteknik Etütler ve
Yeratısuları Daire Başkanlığı”
kurulmalıdır. Bu illerimizin sınırlarının değişmiş olması göz önüne
alınarak, son çıkarılan yönetmeliklere uygun imar planlarına esas jeolojik
jeoteknik etüt raporlarının tamamı ivedi şekilde tekrar revize edilmelidir.
·
Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı (AFAD)’ oluşturulduğu günden itibaren geçen zaman dilimi
içinde zarar azaltma, ilk yardım, müdahale, sevk, idare ve koordinasyon, hasar tespitinde
gösterdiği zafiyet dikkate alınarak yeniden yapılandırılmalı, kurumlar arası
eşgüdüm ve koordinasyon kapasitesi artırılmalıdır.
·
Çıkarılan Torba yasa maddesi ile, afetlere
karşı güvenli yerleşim alanlarının belirlenmesine, nitelikli ve güvenli yapılaşmayı
sağlamaya yönelik olarak Odalarımızın yaptığı ve ortadan kaldırılan kamusal
mesleki denetim yeni mevzuat düzenlemesi ile yeniden tesis edilmeli, sahte mühendis ve mimarların iş yapması,
standartlara uygun olmayan niteliksiz mühendislik hizmetleri verilmesi
önlenmelidir.
·
Bu güne kadar
binlerce can kaybına, ağır maddi kayıplara yol açan yıkıcı depreme kaynaklık
etmiş olan Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ),
sessizliğini korumakta ve enerji biriktirmektedir. Üzerinde çok sayıda
sismik boşluk bulunan DAFZ‘nun değişik kollarının yakın bir gelecekte yıkıcı
depremlere kaynaklık etmesi kaçınılmazdır. Tüm ülkemizi maddi ve manevi olarak
yıkan 1999 Marmara ve Düzce depremleri sonrası tüm dikkatler olası İstanbul
depremine çevrilmiş, yoğun olarak desteklenen bilimsel çalışmalar da Marmara
civarına yoğunlaştırılmıştır. Ancak yukarda belirtilen nedenlerle DAFZ ve yakın
civarındaki aktif zonların ihmal edilmemesi gerçeği önemle dikkate alınmalıdır.
1999
depremlerinden sonra afetlere karşı mücadele adına hiçbir şey yapılmadığı
söylenemez. Ancak, aradan geçen 15 yıldan sonra bugün dahi hasarlı konutlarda
ikamet ediliyor olması bile, yapılanların
“durumun idare edilmesinden” öte bir anlamı olmadığını açıkça
göstermektedir. Geriye dönüp baktığımızda bu gün sadece bir arpa boyu yol
aldığımızı görüyoruz…Benzer acıları yeniden yaşamamak umuduyla, kamuoyunun
bilgisine, saygılarımızla."