TMMOB 11. Enerji Sempozyumu’nda “Enerji ve Ekonomi” başlıklı özel oturuma konuk olan İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez, dünya ekonomisindeki toparlanma beklentilerinin enerji fiyatlarının yeniden yükseliş eğilimi yarattığını anlatırken, Türkiye’de de 2018 yılında enerji fiyatlarına zam beklendiğini bildirdi.
Türkiye’nin başındaki “büyük bela” olarak nitelendirdiği cari açığının yüzde 5’lere ulaştığını, petrol fiyatlarının düşük olmasıyla azalmış olan enerji ithalat faturasının bu yıl yeniden 35 milyar dolara çıkmasının beklendiğini kaydeden Sönmez, cari açık ve kamu maliyesini kullanarak büyümüş görünen Türkiye’de kamu maliyesinin açık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısını yaptı.
EMO Adana Şubesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen TMMOB 11. Enerji Sempozyumu’nun son günü gerçekleştirilen “Enerji ve Ekonomi” başlıklı özel oturumu 1983-1993 yılları arasında TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı olan Teoman Alptürk yönetti. “Türkiye’de Ekonomik Darboğaz ve Enerji” konulu sunum yapan İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez, hem üretici, hem de tüketiciyi yakından ilgilendiren enerjinin, ekonomi ile karşılıklı etkileşim içinde bulunduğunu kaydetti. Sönmez, şöyle konuştu:
“Mal ve hizmet üretiminin niteliği kuşkusuz toplumdan topluma, tercihlere göre değişen bir şey. Kapitalist tolumun mal ve hizmet üretiminin belirleyici özelliği, kar ve sermaye birikimi esaslı olmasıdır. Kapitalist büyüme beraberinde enerjiye olan ihtiyacı da artırıyor. Bu değişmez değil, değiştirilebilir; toplumlar bu mal ve hizmet üretimini böyle yapmak zorunda değiller. Kar ve sermaye birikimine göre yapan kapitalist anlayıştan ayrılarak bazı malları hiç üretmeyebilir, bazılarını daha fazla üretebilirler. O zaman enerjinin üretim şekilleri, kullanılan kaynaklar bütün bunlar da değişebilir. Dolayısıyla biz mutlak bir enerji üretimi, değişmez bir enerji üretimden değil tercih edilen paradigmaya göre seçilen büyüme ve enerjiden konuşuyoruz.”
Sönmez, dünyada hakim olan kapitalist düzenin sıkıntısız ilerlemediğini, sık sık krizler yaşandığını, krizlerle karşılaşılınca da çeşitli önlemler alındığını, “büyük balığın küçük balığı yutması, tasfiye” gibi süreçlerin işlediğini kaydetti. Bazı durumlarda kapitalizmi ayakta tutmak üzere devletlerin ve IMF gibi devletler üzeri kurumların müdahale etmeye çalıştığını anlatan Sönmez,“Ama tam manasıyla istikrarlı bir büyüme söz konusu olmuyor. Bunun son örneği 2008-2009 büyük krizi oldu” dedi. OECD’nin son yayınladığı raporda merkez ülkelerde büyüme öngördüğünü, kriz sonrası toparlanma ihtimalinin de daha önce gerileyen enerji fiyatlarının yeniden yükselişini beraberinde getirdiğini anlatan Sönmez, “Çünkü ekonomiler toparlanınca kapasite kullanımı artmaya başlayınca, enerji ve hammaddeye olan talep artıyor, bu da fiyat artışını beraberinde getiriyor. Bunun ne kadar kalıcı, istikrarlı bir büyüme dönemi olacağını bilmiyoruz. Sistem her an her yerden patlak verebilir, tam toparlandı yola konuldu denirken yeni baştan su koyabilir” görüşünü dile getirdi.
Türkiye kapitalizminin özellikle 2001 krizi sonrasında dünya ekonomisi ile biraz daha bütünleşme, onun bir parçası olma yolunda son 10-15 yıldır ciddi mesafe kaydettiğini anlatan Sönmez, şöyle konuştu:
“Bunun AKP dönemine gelmesi sadece bir sonuçtur. Bu, AKP döneminin marifeti değildir, tamamen dünya ekonomisinden Türkiye’ye dış para akışıyla ilgilidir. 2000 öncesinde son derece kısıtlı olan yabancı para akışı sonraki yıllarda artmış, 2009 krizinde düşmüş, sonra yeniden artmaya başlamıştır. Son 3 yılda ise ciddi bir azalış vardır. Dışarıdan para gelince döviz bollaşıyor, Dolar ve Euro ucuzluyor. Dövizin ucuzladığı yıllar ekonomide büyüme dediğimiz olgunun devamını getiriyor. AKP’nin ilk yıllarında düzenli büyüme olmuş, 2008-2009 krizinde düşüş var, sonra dış kaynak girişi ve kurun ucuzlaması ile bir büyüme var fakat yavaş yavaş o da azalmaya başlıyor. Dış kaynağa bağımlılık sürecine adım adım gidildi. Dışarıdan gelen kaynak ile gerçekleştirilen büyüme ağırlıklı iç pazar odaklıdır, iç tüketim ön plandadır. Zaten izlenen döviz kuru da ihracatı değil iç talebi cazip kılmıştır. Bu kaynaklar ağırlıkla inşaat, konut yatırımına yönlendirilmiş, özellikle rantı yüksek olan İstanbul mekan olarak seçilmiş ve büyüme, inşaat odaklı konut, hatta marka-lüks konut odaklı İstanbul yatırımları şeklinde gerçekleşmiştir. Bu, bir dizi kaynak dağılım çarpıklığına da yol açmıştır. Sanayiye gidecek kaynaklar yüksek kar nedeniyle inşaata kaymaya başlamıştır, sanayinin aleyhine. Bölgesel olarak zaten var olan eşitsizlikler yeni bir çarpılmaya uğramıştır. Anadolu’da yapılması muhtemel sanayi yatırımları oralarda gerçekleşmemiş, o birikimin sahipleri İstanbul ve çevresinde iş tutmaya, bu konut furyasından pay almaya yönelmişlerdir. İstanbul ve çevresi yatırımlardan ve büyümeden daha fazla nasiplenirken, diğer bölgeler geride kalmışlardır.”