KADAV açıklamasında şunlara yer verildi:
"17 Ağustos Marmara Depremi’nin üzerinden 15 yıl geçti.
15 yılda toplumsal hayatımızda pek çok değişim yaşandı. Lakin afetlere toplum
olarak hazırlıksız yakalanma halimiz pek fazla değişmedi. 17 Ağustos'ta, sanki
coğrafyamızda deprem olasılığı yokmuş gibi topyekûn hazırlıksızdık. Van
depreminde sivil toplum desteğinin kayda değer oranlarda kanalize olabilmesi
bir yana, yine hazırlıksızdık. Onlarca
maden kazasında yüzlerce kayıp yaşanmamış gibi Soma faciasında şok etkisine
kapıldık. Türkiye’nin yer aldığı çatışmalı coğrafyada savaş nedeniyle göç
olasılığı yokmuş gibi Suriye’den göçü afet olarak kabullenemedik. Oysaki son
otuz yıldan bu yana Türkiye sınırları içerisinde zorunlu göç gerçeği ile
birlikte yaşıyoruz. Irak’tan Türkiye’ye savaşa bağlı ilk göçten buyana sadece
on yıl geçti. Irak’ta şimdi daha büyük bir afet yaşanıyor. Mevcut ve olası sığınmalara karşı yine
hazırlıksızız.
17 Ağustos 1999 öncesine kıyasla, afetlere yaklaşımın
kurumsallaşması anlamında hem kamu kurumlarının hem de sivil toplumun çok daha
ileri bir aşamada olduğu tartışmasız bir gerçek. Pek çok üniversitenin afet
yönetimi çalışmaları yapan enstitüler ve lisans programları açmış olması, çok
önemli bir boşluğu dolduruyor. Bir kısmı
1999 Marmara Afeti sırasında oluşan çok sayıda sivil inisiyatif ve örgütlenme
alanda faaliyet gösteriyor. AFAD lojistik olanaklar ve acil yardım
organizasyonu anlamında güçleniyor. Sivil toplum örgütlenmeleri arasında ortak
çalışmalar yavaş olsa da yol alıyor. Bunlara rağmen, afet yönetiminde
kurumsallaşmanın henüz çok başında bulunduğumuzu, her afetten sonra yaşanan
kaos, ortaya çıkan plansızlık ve yetersizlik hali çok net gösteriyor. Kamu kuruluşları ve sivil toplum arasında ve
sivil toplum örgütlenmelerinin kendileri arasındaki koordinasyonsuzluk bunun en
önemli nedenlerinden biri. Bir diğer nedense, pozitif ve toplum bilimlerinin
yol göstericiliğinde çok yönlü risk analizlerinin henüz gerçekleştirilmemiş; toplumu geniş anlamda kapsayan strateji
planlarının da benzer şekilde yapılıp paylaşılmamış olmasıdır. Bu iki durumun
nedenleri ve sonuçlarının önemli olduğunu düşünüyoruz; ancak, afet konusunda
çok daha önemli bulduğumuz başka bir noktaya özellikle değinmek ve dikkat
çekmek istiyoruz.
Afetlere hazır olmamaktan kastımız sadece insani yardım ve
lojistik destek altyapısının yetersizliği ve koordinasyonsuzluk değil. Bu
konudaki esas sorun, afetten anlaşılanın yardımlaşma duyarlılığını etkilemeye
dönük birtakım çalışmalardan ibaret kalması ve bilinç oluşturma faaliyetlerinin
sadece okullarda yapılan “deprem anlarında ne yapabilirsin” simülasyonundan
öteye gitmemesidir. Örneğin, başka Somalar olmaması için, maden sektörünün
tamamında iş/işçi güvenliği garanti altına alınmadan üretime devam edilmemesi
gerekiyor. Soma’ya destek adına futbol maçı yapılıyor, ama diğer maden
ocaklarındaki güvenlik meselesi bırakın planlı bir çalışmayı, ülke gündeminde
bile yer bulamıyor. İklim değişikliğinin bugünden afetlere yol açtığı ve
ileride daha da geniş kapsamlı olumsuz etkileri olacağını ortaya koymuş olan
bilimsel verilere rağmen konu üzerinde ekoloji çevreleri dışında, nedenler,
sonuçlar, önlemler boyutunda sürdürülen bir tartışma ortalıkta görünmüyor. 15
yıldan bu yana İstanbul’da olası depremden bahsediliyor, ama lüks konutlar
dışında binaların deprem güvenliğinin halen müteahhitlerin insafına kalmış
olması konuşulmuyor. Afet yasası ile
olanaklı kılınan kentsel dönüşüm planlarının nedense(?!) tüm İstanbul’da değil de, belli semtlerde
uygulanmasının ne anlama geldiği geniş kesimlerce sorgulanmıyor. Suriyeli
sığınmacıların hemen hemen bütün kentlerdeki varlığı üçüncü yılını doldururken,
zorla yerinden edilen bu insanların en az Somalı aileler kadar afetzede
oldukları hiçbir mecrada işlenmediği gibi, yaşanan birtakım gerginlikler bütün
Suriyeli sığınmacıları kriminalize eden bir dille sunularak var olan olumsuz
etiketlemeler pekiştiriliyor.
Tüm bunları aşan çok daha kritik öneme sahip bir başka
sorunlu durum ise, son birkaç yıldan bu yana afetten etkilenen insan
topluluklarının "nereden, kimlerden" olduklarına bağlı olarak farklı
düzeylerde duyarlılık öznesi olması, belirli kesimlerce desteklenip, belirli
kesimlerce görmezden gelinmesidir. İnsani Yardım, ayrımcılığın hiçbir şekilde uğramaması
gereken, yeryüzündeki tüm canlıların sığındıkları son iyileştirici alandır. Bu
alandaki ayrımcılık bazı durumlarda yaşanan afetin kendisinden daha büyük
yıkımlara yol açabilmektedir.
Özetle; toplumun afetler sonrası ortaya çıkan yardımlaşmaya
yatkınlığı geniş anlamda bilinçli bir afet duyarlılığına ve insani yardımın
içinde barındırdığı tarafsızlık ve evrensel ilkesine tekabül etmiyor. Bugün 17 Ağustos. On dört yıldan beridir her
yıl 99 Marmara afetini anma, hatırlama konuşmaları, buluşmaları yapılır.
Bunlar, elbette toplumsal hafızanın diri tutulması bakımından önemli
çabalardır. Ancak bu çabaların afetlere yaklaşımın toplumsallaşması ve
kurumsallaşmasına katkıda bulunması için başka bir yaklaşım gerekiyor. Tam da
bu nedenle afet politik bir mevzudur diyoruz. Uygun olmayan zemine, uygun
olmayan malzeme ile depreme dayanıksız konut inşa edilmeseydi Marmara ya da Van
depremlerinde kayıpların daha az olması mümkündü. Gerekli önlemler alınmış
olsaydı Soma faciası hiç yaşanmayacaktı. Bunlar gibi örnekleri çoğaltmak
mümkün. Öyle ise, her depremin ardından bolca konuşulan Japonya
kıyaslamalarından etkilenip kontrolsüz inşaatlaşmaya neden isyan edilmediğini
anlamak, yaşanmış afetlerin yaralarını sarmak konusunda ortaya çıkan toplumsal
duyarlılığın neden yeni afetlerin önlenmesi noktasında harekete
geçirilemediğini düşünmek gerekiyor. Sıradan akıl yürütmeyle kurulan şu cümle
tek başına aynı sonuca çıkarıyor: Sadece, yeryüzünün X değil de Y ülkesinde
yaşamaktan dolayı, madende ölmemek, sekiz şiddetindeki depremde evsiz ve açıkta
kalmamak mümkün olabiliyorsa, afet politik bir mevzudur.
Toplumsal cinsiyet ve afet yönetimi
Toplumsal cinsiyet rolleri ve iktidar ilişkileri, kadınlar
ve diğer cins-cinsel yönelimlerin afetlere karşı kırılganlıklarını doğrudan
belirler. Kaynakların dağıtım ve kontrolündeki eşitsizlik, karar
mekanizmalarına katılımda eşitsizlik ve patriarkal üst yapı kırılganlığın
kaynağını oluşturur. Cinsiyet temelli eşitsizlik, sınıf, etnik kimlik, mezhep,
din vb. temelli diğer toplumsal eşitsizlikleri yatay keser ve aşar.
1999 Marmara Depremi sonrasında bölgede çalışan bir gönüllünün
not defterindeki kayıtlardan aşağıdaki alıntı bunu çok iyi örnekliyor.
“Çok sıcaktı, sineklerle başımız dertte idi. Kaşıntıdan
ölüyorduk. İlaç bir şey yok. Çocuklarıma deniz iyi gelir diye düşündüm. Onların
sayesinde bende girdim suya. Büyük oğlan fazla uzaklaştı, paniğe kapıldım.
Etraftakiler kurtardılar oğlanı ama bizimkiler duymuş oldu, çok kötü oldu.”
Anlatıcı: MG
“Erkekler bir
yerlerde toplaşıp, her zaman yaptıkları şeyleri yapabiliyorlardı, açık
kahvehaneler kurmuşlardı. Çadırlara sadece uyumak için gidiyorlardı. Bütün
günlerini geçirdikleri evlerini kaybeden kadınlar ise çadırlara hem günlük
işleri yapmak hem de ortalarda gözükmemek üzere mahkumdular. Çadırın önüne
çıktı, yabancı erkeklerle konuştuğu için azarlanan ve şiddet gören kadınlara
rastladım.” Anlatıcı: Ö. F
Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Türkiye’de afet dayanışmasından
doğan ilk kadın örgütüdür. 1999 Marmara Depremi, sivil toplum dayanışmasında
bir sıçrama noktası olmuş, felaketten sonra birçok gönüllü kişi ve sivil
inisiyatif, bölgede faaliyet göstermeye başlamış ve organize olmakta zorluk
çeken kamu kurumlarının boşluğunu doldurmuştur. Bu gruplardan bazıları
örgütlenerek çalışmalarına devam etmiştir. KADAV da o örgütlerden biridir.
Çalışmasının daha başında toplumsal cinsiyete duyarlı dayanışmaya odaklanan,
kendilerine “Kadınlarla Dayanışma Grubu” adını veren bir kadın grubunun kurduğu
KADAV, bugün afeti yeni bir politik anlayışla ele alarak çalışmalarına devam
etmektedir"