Uzmanlar, romantik filmlerin izleyicilerde yoğun duygusal
tepkiler uyandırdığını ve bu tepkilerin hormonlar aracılığıyla tetiklendiğini
belirtiyorlar.
Romantik filmlerde aşkın yokluğunun mutsuzluk ve eksiklik
olarak işlendiğine dikkat çekiliyor. İzleyiciler, bu filmlerde çifte sonsuz
mutluluğun garantilendiği bir masalsı dünyaya çekiliyorlar. Psikiyatri uzmanı
Dr. Mert Sinan Bingöl, bu filmlerde mutlu sona doğru ilerlemeyle birlikte
ödül-haz hormonu olan dopaminin, güveni artıran endorfinin ve bağlanmayı
tetikleyen oksitosin seviyelerinin yükseldiğini vurguluyor. Aksine, mutsuz
sonlar stres hormonu kortizolün artmasına yol açabiliyor.
Romantik filmlerin, izleyiciyi masalsı bir gerçeklik içine
çektiği ve aşkı tutkulu bir şekilde yaşama fırsatı sunduğu belirtiliyor.
Filmlerde gösterilen tutkulu aşk ilişkileri, gerçek hayattaki ilişkilerle
karşılaştırılarak izleyicilerde özlem duygusu uyandırabiliyor. Ayrıca, romantik filmlerin sevgili olan çiftler tarafından
daha fazla tercih edildiği düşünülüyor. Bu filmler, ilişkideki duygusal
eksiklikleri giderme amacıyla izlenebiliyor.
Romantik filmlerde sıkça işlenen tema, mutlu sona ulaşmak
için aşkın zorluklarını aşmayı gerektirdiği ve acı çekmenin aşksız bir
ilişkinin olmazsa olmazı olduğu üzerine kurulu. Bu temaların izleyicilere,
aşksız bir ilişkinin eksik ve yetersiz olduğu mesajını verdiği ifade ediliyor.
Sonuç olarak, romantik filmler izleyicilerde yoğun duygusal
tepkiler uyandırarak hormon seviyelerini etkiliyor ve aşkın masalsı dünyasına
çekiyor. Bu filmler, izleyicilere mutlu sona ulaşmanın aşkla gelen zorlukları
aşmakla mümkün olduğunu empoze ediyor.