The New York Times’ın haberine göre tüketicilerin “yaşlanma
karşıtı” tedavilere tahminen yılda 62 milyar dolar harcadığını kaydeden Dr.
Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, “Ancak bu kremler, ilaçlar, saç boyaları, kök hücre,
mezoterapiler, yüz dolgu malzemeleri ve botoks uygulamaları ile kişilere
gençlik izlenimi verseler de hiçbiri yaşlanmayı geriye alamıyor.” dedi.
Yaşlanmayı ‘Zamanla vücut fonksiyonlarında ve çevresel
faktörlere uyum sağlamada azalma’ olarak nitelendiren Dr. Öğr. Üyesi Esma
Ulusoy, şöyle devam etti:
“Kişi artık çevresel etkiler karşısında (UV, radyasyon,
aşırı beslenme, alkol, sigara, ilaç, kanserojen maddeler, kirli hava gibi)
meydana gelen DNA hasarını, vücudunda biriken toksik maddeleri ve aşırı
glikozilasyonla (fazla glikoz ve protein) meydana gelen çözünmeyen protein
plaklarını yok edemez hale geliyor.
Günümüzde bilim insanları yaşlanmaya sebep olan biyolojik
nedenleri anlamaya çalışarak yaşa bağlı hastalıkları yavaşlatmaya (Alzheimer,
kireçlenme, kalp hastalıkları, Tip2 diyabet, kanser gibi) veya durdurmaya
yönelik çalışmaları yoğun bir şekilde sürdürüyor.”
Yaşlanmayla ilgili veya uzun ömürlü olmakla ilgili birçok
teori bulunduğuna işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, şunları kaydetti:
“İlk olarak kromozomların ucunda telomer bölgeleri bulundu.
Belli bir süre sonra telomer boyları kısalınca hücre bölünmesinin durduğu,
bunun da yaşlanmaya sebep olduğu keşfedildi. Sonrasında (yaklaşık 20 yıl önce)
bu telomer boylarının kısalmasını engelleyen telomeraz enziminin (TERT geni)
bulunmasıyla beraber birçok bilim insanı ölümsüzlüğe çare bulduklarını
söylediler. Ancak devam eden süreçte kanser hücrelerinin yüzde 85-90’ının bu
telomeraz enzim aktivitesine sahip olduğu anlaşıldı. Yani aslında telomer
aktivitesi (telomerin boyunun kısalması) ile buna yardımcı genler; CDKN2A /B
geni (tümör baskılayıcı proteinler) ve SH2B3 geni (lenfosit adaptör protein)
vücutta onarımın azalmasına, yaşlanmaya bağlı kronik hastalıkların görülme
sıklığının artmasına sebep olurken kanser riskinin azaltılmasına yardımcı
oluyor.”
Sonraki yıllarda özellikle model hayvanlarda yapılan
çalışmalarda uzun ömürle ilgili birçok genin daha keşfedildiğini anlatan Dr.
Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, “En iyi bilinenlerinden bazıları mTOR (rapamisinin
hedefi) ve IGF-1 (İnsülin benzeri büyüme faktörü) hormonlarıyla ilişkili
genlerdir. Bu hormonlar, organizmanın büyümesini ve dengeyi sağlamak için
çalışır. Ancak yüksek IGF-1 ve mTOR seviyeleri, yaşam süresinin kısalmasıyla,
çeşitli kanser türleriyle ve Tip 2 diyabetle ilişkilendirilmiştir. Bu genlerin
baskılanması model hayvanlarda ömrü uzatmış, fakat insanlardaki etkisi tam
olarak bilinmiyor.” dedi.
Son yıllarda yaşlanmayla ilgili genlere değil de epigenetik
değişikliklere müdahale etmenin daha olumlu olacağının düşünüldüğünü kaydeden
Dr. Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, “Epigenetik düzenlemede DNA şifresi değişmiyor ama
zamanla bireyde çevresel veya biyolojik etkenler ile bazı genlerin açılıp,
kapanması söz konusu oluyor.” diye konuştu.
SIR (sirtüin genleri) ve AMPK (adenozin monofosfat kinaz)
genlerinin, enerji metabolizmasını düzenlemede, vücutta biriken plakları
parçalamada, kök hücrelerin yenilenmesinde ve yağların parçalanmasında önemli
rol oynadığını da anlatan Dr. Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, bu genlerin
aktivitesindeki artışın uzun yaşamla ilişkili olduğunun bulunduğunu, özellikle
kalori kısıtlamasının, bu genlerin aktifleşmesine neden olduğunu bu nedenle,
tüm dünyada popüler hale gelen “intermittent fasting” (aralıklı oruç) veya geleneksel
oruç uygulamalarının, uzun ömür sürecine katkı sağlayabileceğinin düşünüldüğünü
kaydetti.
Dr. Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, kireçlenme, Tip 2 diyabet,
Alzheimer ve kalp hastalıklarıyla ilgili ebeveyn genetiğinin etkisinin önemli
olduğunu belirterek, “Kireçlenme için yüze 68, Tip 2 diyabet için yüzde 61-78,
Alzheimer için yüzde 58-79 ve kalp hastalıkları için yüzde 45-69 oranında
ebeveyn genetiğinin etkili olduğu düşünülmekteydi. Ancak, Nature dergisindeki
geniş çaplı araştırmaya göre, ebeveyn etkisi kireçlenme için yüzde 51,9, Tip 2
diyabet için yüzde 18, Alzheimer için yüzde 7,1 bulundu.” dedi.
Tüm bunlara ek olarak mitokondrilerin yaşlanması ve
hücrelerde oksidatif stresin oluşmasının önemli yaşlanma sebeplerinden kabul
edildiğini de ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Esma Ulusoy, “Burada en büyük
sorumluluk annelerimize ait. Mitokondrilerimizi annelerimizden aldığımıza göre
uzun ömür ile ilgili anneler bir parça daha sorumlu tutulabilir.” diye konuştu.
Hastalıklara yatkın hale getiren genetik varyantları
belirlemek için çok büyük çalışmalar yapıldığını, özellikle İngiltere'de 500
bin gönüllünün katıldığı bir gen bankası oluşturulduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi
Esma Ulusoy, insan yaşlanmasıyla ilgili 900'e yakın gen ve 3 bin 144 varyant
hakkında bilgi bulunduğunu ve bu çalışmaların, gençken genlerin önemli olduğunu
ancak yaşlandıkça genlerin önemlerinin azaldığını gösterdiğini söyledi.
Hipertansiyon, obezite, fazla soda alımı ve yüksek omega-6
yağı tüketiminin telomer boyunu kısalttığını dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Esma
Ulusoy, telomer boyunu doğal yollarla uzatmak için düzenli egzersiz yapmak
(ağır olmayan), aktif bir yaşam sürmek, sağlıklı bir diyet (meyve ve
sebzelerden zengin), Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin beslenmek, stresi
azaltmak, kanserojen maddelerden kaçınmak (alkol, sigara, ilaç), sağlıklı
kiloda kalmak ve kalori kısıtlaması yapmak gerektiğini anlattı.
Genetik biliminin insan üzerindeki kesin etkileri tespit
edilene kadar, sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıklarına sarılmanın, sağlıklı ve
uzun ömür arayışında (şimdilik) daha mantıklı olabileceğini kaydeden Dr. Öğr.
Üyesi Esma Ulusoy, “Yaşam tarzı uzun ömürlü olmak için genetikten çok daha
önemlidir diyebiliriz.” dedi.