26.11.2018 14:11 | Güncelleme Tarihi: 26.11.2018 14:11
13 Kasım 2009 … Türkiye Büyük Millet
Meclisi , “Herkes İçin Daha Fazla
Özgürlük” sloganlı “Demokratik
Açılım” kapsamında yer alan “Milli
Birlik ve Kardeşlik Projesi” özel gündemi ile toplandı. Kürsüye gelen
dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan,
“Gün bağırma çağırma günü değildir. Gün sesi en yüksek çıkanın rantı
toplayacağı gün de değildir. Gün ölümlere çare bulma günüdür.” sözleriyle ,
“siyasi hayatına mal olsa da” Çözüm
Süreci konusunda kararlılığını net bir dille gösterdi. “Sizin köyleriniz boşaltıldı mı? Ekip biçtiğiniz tarlalar
yasak bölge ilan edildi mi? Terör örgütü sizden haraç topladı mı? Köylerinizin
yollarına mayın döşendi mi? Sizin hiç yavrunuz, oğlunuz öldü mü?" diyerek
yıllarca baskı altında (iki taraftan da) yaşamış bir halkın yaralarını sarmak,
gasp edilmiş haklarını vermek için cesur bir adım attı. Meclis kürsüsünden
açıkladığı Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ni millete anlatmak için yollara
düştü, ilk durak Malatya oldu.
15 Kasım 2009… O gün Malatya’nın ilk AVM’si olan
Malatya Park’ın açılışı vardı. “Birlik
Projesi’ni size anlatmaya geldim” diyerek
Malatya halkına seslendi Erdoğan. Programda ben de yer almıştım. “Bütün makamları feda
etmeye hazırız. Bütün rütbelerimizden sıyrılmaya hazırız. Yeter ki bir damla
dahi şehit kanı akmasın.” Dilsiz
kalan derin acılar artık devletin en üst mercisi tarafından dillendiriliyordu.
Malatya halkı yürekten alkışladı Başbakan Erdoğan’ı. Daha sonra Ak Parti
Siyaset Akademisi’nde partililere anlattı Demokratik Açılım’ı sonra İnönü
Üniversitesi’nde akademisyenlere… Dönemin 2.Ordu Komutanı Necdet Özel ile 1.5
saati aşkın bir görüşme gerçekleştirdi. Aynı günün akşamı İstanbul’da iş adamlarına anlattı Birlik Projesi’ni aynı
performansla…
Bizlere de “bireysel
insiyatif alın, Demoratik Açılım’ı, mahalle mahalle, köy köy, kapı kapı
anlatın” dedi. O günden bu yana Doğu/Güney Doğu’da birçok İl’e, ilçeye
hatta köylere gittik. Şairin dediği gibi “ocaksız
köylerimde dumanlar yeniden tütsün” diye elimizden geldiğince gayret
sarfettik, sarfetmeye devam ediyoruz.
Tabi sıkıntılar da yaşamadık değil... Birçok insanla hasbihal ettik,
dertleştik. Beni en çok etkileyen , -sobetlerde sık sık dile getirdiğim- Diyarbakır
Hasanpaşa Konağı’nda ,yirmili yaşlarda bir bayanın sorusu oldu: “Peki Faruk Bey, bana yaşayamadığım
çocukluğumu geri verebilir misiniz?” Ne cevap verilebilirdi ki , yüz yıllık
travmanın sonucu ortaya çıkan bu soruya… “Size
çocukluğunuzu geri veremem ama çocuklarınızın daha mutlu, daha huzurlu olacağı
bir gelecek için elimden gelen gayreti göstereceğime söz verebilirim ancak”
diyebildim… Yaşamayan, görmeyen bilmez, daha 15-20 sene önce , köylere erzak
karne ile götürülürdü. Her evin, un, şeker, tuz vs... istikakı vardı ve onun
dışında ekstra bir şey götüremezdiniz. Çadır bezi, bot türü şeyler özel izne
tabiydi. Yol kontrollerinde bunlar sıkıca denetlenirdi. Yol kenarlarında
ağaçlar güvenlik gerekçesiyle kesilirdi. Bugüne gelinene kadar yapılanları
elbette lütuf olarak görmüyorum lakin en küçük insani hakkı bile vermeyen bir
devlet vardı karşımızda…
Bölgede kaostan, kandan nemalanan çevrelerin
Çözüm Süreci’nden hazzetmedikleri aşikar. Ne zaman önemli bir eşiğe gelinse
süreci baltalamaya yönelik hep bir üst akıl devreye girdi/giriyor. Bu noktada
asıl önemli olan ise bölge halkının Çözüm Süreci’ne olan inancı bağlılığı.
Oluşan olumlu havayı tersine çevirmeye çalışan hiç şüphesiz sürecin altında
kalacak.
Bunun yanında Başbakan Davutoğlu’nun sık sık
zikrettiği şu söz de oldukça önemli: “Çözüm
Süreci ve Kamu Düzeni birbirinin alternatifi değildir.”Kobani olaylarına,
Ağrı Diyadin’de çıkan çatışmaya ve Eruh’ta köy muhtarının, Erciş’te köy
korucusunun, İdil’de iki Hüda-Par’lının katledilmesine de bu açıdan
bakıyorum. 2010 refaerandumunda köy köy
dolaşıp “referandumu boykot edin”
telkinlerini, yerel, genel seçimlerde
örgüt mensuplarının baskılarını yok sayabilir misiniz, tehditle istifa
ettirilen muhtarların olmadığını iddia edebilir misiniz? İş adamlarından alınan
haraçları, basılan şantiyeleri, yakılan iş makinalarını hiç duymadınız mı?
Hakkari SELAHADDİN-İ EYYUBİ HAVALİMANI inşaat aşamasındayken yapılan
saldırılardan, 200binden fazla kişiye
iş imkanı sağlayacak Silvan Barajı ve sulama tünellerine yapılan saldırılardan,
kaçırılıp tehdit edilen işçilerden bi haber misiniz? Mesela, Diyadin
saldırısı sonrası KCK’nın “Küçük bir
gerilla birimine karşı binlerce Türk askeri bölgeye sevkedilmiştir”
cümlesini Demirtaş nasıl yorumlar? Bu sorulara cevap vereceğine, seçim
çalışmalarında(!) silahlı adamların ne aradığına açıklık getireceğine, “Kim silah gücüyle oy topluyorsa, Allah
onun bin defa belasını versin” dedi. Tabi böyle bir beddua için, bize de “Amin” demek düşüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, “Ellerinde silah ile çözüm olmaz. Seçime
giderken halkımızı silahla tehdit ederek parlamentoya girmek; bu demokrasi
değildir.”
Ve Seçim…
Ak Parti iktidarını devirmek ve de koalisyonlu
yıllara geri dönmek için bir ittifak oluştu; malum… The Economist, WSJ, NYT gibi
dış basın kuruluşları da dışarıdan bu ittifaka destek veriyor/vermekte… DHKP/C,
Esed safında savaşan Mukavame-i Suriye’nin başında bulunan Reyhanlı katliamı
zanlısı Mihraç Ural da. İttifak ne kadar şekillenirse şekilsin ,elde edilmiş
kazanımlarımızı bırakmaya hiç mi hiç niyetimiz yok!
·
İki günlük sakalım yüzünden beni “imam mısın, müezzin misin, din görevlisi
misin?” diye üniversiteye almayan Jandarma Başçavuş artık yok,
·
Başörtüsüne uzanan devlet eli artık yok,
·
“Saf Türk
olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma
hakkı” diyen devlet zihniyeti artık yok,
·
İstanbul Göztepe SSK Hastanesi’nde beni 6 saat
ilaç kuyruğunda bekletip, sonra da “bu
ilaç yok” deyip eczaneye gönderen devlet zihniyeti artık yok,
·
Kredi alabilmek için IMF kapısında dilenen devlet
artık yok,
·
“Uçağı bizde ama yazılımı İsrail’den” olan bir
savunma sanayimiz artık yok …
Ama artık Somali’den Arakan’a, Patani’den Gazze’ye,
Halep’ten Mısır Rabia Meydanı’na dünya mazlumlarının umudu olan bir Türkiye
var…
Yüzyıl önce batı medyasında Abdulhamid Han’ı karalamak
için atılan başlıklar bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan için atılıyor. Dün şahsi kini gözlerini kararttığından gerçekleri
göremeyen ve Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi için oluşturulan ittifaklara
duhul olan ve de bu minvalde mücadele eden lakin indirildikten sonra kafasını
duvarlara vuran, özürler dileyen evlad-ı Osmanlı… Oyun aynı tezgah aynı… Gün
hileleri, tuzakları , tuzak kuranların ayaklarına dolama günüdür…
“Fetih İnşallah 7 Haziran'dır”
ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN