Özgürlük, demokrasi ve eşitlik tüm toplumların
ideallerinde olan kavramlar iken, günümüzde bu kavramların arkasına sığınılarak
yapılan uygulamalarla, toplumları oluşturan bireyler kolaylıkla baskı altına
alınarak, ülkelerin yönetimlerinde ve geleceğinde söz sahibi olunabiliyor.
Özgürlük kavramının temel anlamından yola çıkılarak
yapılan birçok uygulamada, aslında bireylerin hakları, inançları ve imkânları
doğrultusunda kısıtlanarak, gelecekte kendini fikirsel özgürlüğe sahip sanan,
ancak biat kültürünün dışına çıkamayarak, kendisine sunulandan ötesini
sorgulamayan tek tip beyinlerle, modern çağların köleleri tasarlanıyor.
Birey, kendisi adına düşünen, karar veren ve inançları
doğrultusunda sunulanları uyguladığında ahir yaşamda mutlu olacağına inandıran,
güzel söylemler yapan ve toplumun geçmişinden gelen gelenekselleşmiş yapının
tanımladığı seçkin tabir edilen kişilerle, giderek çağdaşlaşmaktan
uzaklaştırılıyor. Ancak önemli bir sorun var ki birey çağdaş olmadığının,
çağdaşlaşmaktan uzaklaştığının da farkında değil. Birey, yetiştiği ortamda,
aileden itibaren başlayıp çevre ve diğer etkenlerin etkisiyle belirli bir
seviyeye gelmiş olan eğitimini, bir de imkânsızlıklar –maddi, kültürel, coğrafi
etkenler – altında, devletin sunduğu ya da sunmaya çalışıp da ulaşamadığı okul
hayatına başladığında, geç kalınmışlığın etkisiyle, yeterli verimlilikte
alamıyor. Çünkü birey, ailenin ve çevrenin, kemikleşmiş, inanca dayalı biat
kültürünün etkisi altında olmaktan kurtulamıyor. Okula, modern eğitime, ancak
ve gidebilirse kısıtlı sürelerde ulaşabiliyor fakat diğer faktörler hayatının
her anında etkileşime devam ettiğinden, bu süreç, onun zihninin gelişmesinde
yeterli etkiyi sağlayamıyor..
Birçok yerde coğrafi koşullar, yaşam şartları ve maddi
imkânsızlıklarla resmi eğitime ulaşamayan bireye, bu kez, kendi ideolojileri
doğrultusunda belirlenmiş doktrinleriyle, geleceğe farklı maksatlarla yatırım
yapmaya çalışan cemaat, tarikat ve örgütlere ait eğitim kurumları sahip çıkmaya
başlayarak, bireyi çağdaşlaşmaktan uzaklaştırıp, bir daha kolaylıkla
değiştiremeyeceği şekilde formatladığı beyinleriyle, sosyal yaşamın içine
sokuyor. Bu şekilde yetişmiş ve kendini eğitimli sanan bireylerle diğer
kavramlar algılanmaya başladığında, bu kez sosyolojik, toplumsal sorunlar
giderek derinleşmeye başlıyor.
İnanca dayalı gelenekselleşmiş biat kültürüyle yetişen
bireyin, demokrasi anlayışı da farklılaşıyor. Demokrasiyi sadece bir üst
yönetim şekli olarak algılayan ve bunu seçimlerde, sandıkta kullandığı oy ile
sınırlayan birey, kendisine sunulanları kabul etmeye alıştığından ve biat
kültürüyle yetiştiğinden, her zaman olduğu gibi, kesinlikle sorgulamadan sandık
başına giderek, kendisine söylendiği şekilde oyunu kullanıyor ve siyaseti yönlendirecek
etkiyi yapıyor. Bu oy verme eylemi dışında, gelişmelerle, ülkenin geleceğiyle
çok da fazla ilgilenmiyor ve zaten ilgilenmesi için gerekli olan fikirsel alt
yapıya da sahip olamıyor. Birileri, ona yapılması gerekeni açıkça söylüyor.
Biat kültürünün etkisiyle, aileden itibaren otoriteye
kesin itaatle yetişmiş olan birey, çocukluğundan itibaren duymaya alışkın
olduğu söylemleri tekrarlayan, otoriter görünümlü ve kendisine doğru kişi
olduğu söylenen figürü, doğrudan ve tartışmasız lider kabul ediyor. Bu durumda
demokrasinin sakıncalı tarafı devreye girerek, eşit oy hakkıyla gelen yönetimin
uygulamalarıyla, esasen çağdaşlaşmanın önü kesilebiliyor.
Eşitlik kavramını da inancının ve içinde bulunduğu
kültürün etkisiyle farklı algılayan birey, özellikle kadın-erkek eşitliği
kavramını farklı ve basit boyutlara indirgiyor ama algıladığı yanlışın da
esasen kendisine indirilmiş olan dinde yeri olmamasına rağmen, kurgulanarak
sunulan yönlendirilmiş inanç öğretilerindeki bilinçli varlığıyla, eşitlik
olduğuna inanıyor. Eşitlik kavramını, yine aldığı eğitim ve yetiştiği inanca
dayalı biat kültürünün etkisiyle, saygıyla karıştırıp bütünleştirerek,
farkındasızlığının etkisiyle, kendisini aşağılarda bir yerlere yerleştirirken,
kendisine sunulanları hep erişilmez, dokunulmaz konumlara yerleştirerek,
çaresizliğiyle yerini, kendisine dayatılan konumunu, itirazsız kabul ediyor.
Domino etkisi gibi bu üç kavramın sosyolojik temelli
uygulanabilirliği ve çağdaşlığa giden yol, bilimselliğin esas alındığı düşünen,
sorgulayan, okuyan, araştıran, sebep-sonuç ilişkilerini kavrayan, gerçek
özgürlüğe ulaşan, ulaştıran beyinlerin yetiştirilmesiyle ortaya çıkan,
aydınlığın etkisinden geçiyor.